Quantcast
Channel: Kitap-evi
Viewing all 28 articles
Browse latest View live

Bu Sandık Bir Harika Dostum

$
0
0



Seçime artık sayılacak saatler kaldı. Cumayı cumartesiye bağlayan gece saat 02 de yazıyorum bunu. Moralim çok kötü. İki gündür seçim gözetmenliği eğitimi alıyorum. Bir yandan sosyal ve geleneksel medyayı takip ediyorum. Mesela şu anda sizler uyurken 2 gazeteci sırf "intiba bıraktılar" sebebiyle gözaltına alındı. Taraf yazarı Önder Aytaç ve Baransu. 22 diğer kişiye de gözaltı kararı olduğu söylentisi var. İnandıklarına inanmam ya da inanmamam, takipçileri olmam ya da olmamam değil önemli olan. Suriye savaşı ile ilgili çıkan tape hakkında önceden bilgisi olduğu intibası sebebiyle gözaltına alındılar.

Nedir bu ya? Bizim ceza kanunlarımızda var mı "intiba bırakmak" diye bir suç? YOK!!! Ama bak işte patır kütür insanlar evlerinden alınabiliyor bu suç (!) ithamıyla. Hele seçim günü sandıklarda yaşayabilme ihtimalimiz olan olaylar ve onlarla ilgili bilgilendirmeyi hiç anlatmayayım. Oy kullanacağım yer ve ikametgahım Beşiktaş olduğu halde ihtiyaç olduğu için Güngören'de seçim müşahiti olarak görev yapacağım. İlk eğitim sonrası çıkışta bindiğim taksinin şoförü aklımı aldı.

"abla orası AKP yatağı,aman diyim diklenme,aman diyim göze batma, kan alırlar atarlar bir yana" tarzı içimi açan uyarılarda bulundu.

Öyle ya da böyle gideceğim işte pazar sabahı görev yerime. Herkesten bir tek ricam var. Oy kullanın, bir oydan ne olur demeyin. Ve oyunuzu kullanırken lütfen vicdanınıza ve müslümanlığınıza bakın önce. O size doğruyu söyleyecektir. Aksi takdirde aşağıdaki videoda kurgulananları yaşamamız akıl dışı değil.

Hepimize hayır getirecek bir 31 mart sabahı görüşmek dileğiyle. 


Kedilerin İnsanlığa Karşı 17 Gizli Yeteneği

$
0
0

Alıntı bir yazıdır. Onedio.com sitesinde gördüm.Güldüm, beğendim. Siteyi bilmeyen varsa bahaneyle tanıştırayım diye de buraya koydum. Seçim sonrası yeni yeni normale yaklaşabiliyorum ben. Tüm umutlarımı yitirmeye yaklaşmış durumda biri olarak artık ha ha hi hi yazılar yazmaya kararlıyım.Başlık resimindeki benim evdeki canavarlar. Alttaki giflerin açılması için internet hızınıza bağlı olarak sayfada bir süre beklemeniz gerekebilir unutmayın.

1-) Ninjadan daha hızlılar

 

2-) Entegre ekipmana sahipler

 

3-) Fitneci ve ara bozucular

 

4-) Tuzak kurma yetenekleri muazzam

 

5-) Karate ya da Kung-Fu biliyorlar

 

6-) Ekip çalışmasına uygunlar

 

7-) Keskin nişancılar

 

8-) Acımasızlar

 

9-) Deli cesaretleri var

 

10-) Kamufle olabiliyorlar

 

11-) Zor şartları lehlerine çevirebilirler

 

12-) Zarar vermekten çekinmezler

 

13-) Yerçekimine karşı gelebilirler

 

14-) Yakalanamazlar

 

15-) İnsanları evcilleştirebilirler

 

16-) İnanılmaz derecede pratikler

 

17-) Askeri teçhizat geliştirebiliyorlar

 

Vikings

$
0
0
Mart 2013 de başlayan ve Amerikan kanalı History Channel' da yayınlanan dizi ilk sezonu ortalarında büyük bir hayran kitlesi oluşturdu. 8.6 gibi oldukça yüksek bir Imdb puanına sahip olan dizinin başarısı arkasında çok iyi seçilmiş bir cast, gerçekçi mekanlarda yapılan çekimler, daha önceki dizileriyle başarılı olmuş yaratıcısı ve yazarı Micheal Hirst ve daha önce haklarında fazla film-dizi vs yapılmamış Vikinglerin dönemini yarı tarihi gerçekleri güzel bir kurguyla birleştirerek anlatması gösteriliyor. Benim de ilk bölümünden beri kaçırmadan izlediğim bir dizi.
Vikings, İskandinavyalı korsan ve barbar bir kavim olan Vikingler’in tarihini yarı kurgu/yarı gerçek tarihi olaylara dayandırarak anlatıyor. İngiltere ve Fransa’ya yaptığı başarılı seferlerle tanınan ve İskandinav tarihinde büyük bir yeri olan Ragnar Lodbrok‘un maceralarının ve büyük bir kahramana dönüşmesinin anlatıldığı dizimizde, aynı zamanda Ragnar’ın aile hayatını ve kardeşi ile olan ilişkisini de izleme şansı buluyoruz.

Dizi Ragnar’ın bu büyük unvanları kazanmadan önceki hayatıyla başlıyor. Ragnar ilk başlarda normal bir Viking savaşçısı ve de çiftçi olmasına rağmen, her zaman büyük hayalleri olan bir adamdır. Savaş tanrısı Odin ile ilgili rüyalar görür ve Odin’in kendisini seçtiğini düşünüyordur. En büyük hayali batıya doğru denize açılmaktır. Ama bu hayali başaracak ne ekipmanı ne de adamı vardır.

 Bu konuyu reisine açar ama Reis’i tarafından böyle saçma hayalleri kapılmaması için uyarılır. Ragnar da planlarını hayat geçirmek için eli boş durmaz ve hazırlık yapar. En yakın dostu, gemi yapımında usta Floki’ye açık denizde dayanacak bir gemi tasarlatır; kendisi de seferde kendine eşlik edecek savaşçıları bulmak için reisten gizli toplantılar düzenler. Çabaları sonuç veren Ragnar nihayet sefere çıkar ve Reis seferden haberi olmasına rağmen karışmaz; çünkü geri dönemeyeceklerini düşünür.


 Ragnar Lothbrok:

Aslında karakterimiz hakkında her şeyi söyledik sanırım. Aslen gerçek insan olmasına rağmen dizimizde kurgu kısmı daha ön planda. Kendisi büyük hayalleri olan, dürüst, zeki ve iyi bir adam. En büyük hayali denize açılmak, ama giderken ailesini geride bıraktığı için suçluluk duyuyor. Eşiyle ve çocuklarıyla mutlu bir aile hayatı var.

 Lagertha Lothbrok:

Ragnar’ın eşi, kocasını ve ailesini seven güçlü bir kadın. Vikingler’de erkekler sefere çıkıp uzun süre eve dönmedikleri için Vikingli kadınlar savaşmasını ve ailesini savunmasını biliyor. Lagertha da güçlü ve kendinden emin bir kadın; hatta Ragnar ilk sefere çıkacağı zaman kendisini de götürmesi için çok ısrar ediyor. Aynı zamanda shield maiden olan Lagertha 2ci sezonda daha genç ve güzel olan Prenses Aslaug ile Ragnar' ın ilişkisini tolere etmeyip oğluyla birlikte ayrılıyor; ama Ragnar' ın her ihtiyacında yine savaşcı kimliğiyle yardıma koşan o oluyor.

 
Rollo:

Rollo Ragnar’ın kardeşi, ama çok sağlıklı bir kardeşlik ilişkileri olduğu söylenemez. Büyük işler başaran ağabeyinin gölgesinde kalmaktan bıkmış birisi, o da büyük işler yapmak ve Tanrılar tarafından fark edilmek istiyor. Ragnar’a göre daha fevri ve genelde düşünmeden öfke ile hareket eden birisi. Abisine ettiği ihanetlerin gördüğümüz kısmı affedilmiş olsa da sanki bu ihanetin sonu gelmeyecek gibi gözüküyor.

Floki:

Ragnar’ın yarı çatlak en iyi arkadaşı. Denizlerden ve gemi yapımından çok iyi anlıyor. Ragnar’a sadakati tam ve kötü bir durumda hemen yardımına koşmayı ihmal etmiyor. Floki’nin Tanrılara inancı da tam ama Tanrıların gazabından da çok korkuyor.


2ci sezonun güzel bir teaser trailerı ile yazıyı bitirelim. Güzel dizi ama şiddet-vahşet sahneleri ağırlıkta. Genç izleyiciye pek uygun değil bunu da belirteyim.


23 Nisan 2014 Özeti

Kepler 186-f

$
0
0
Nisan ayı içinde NASA' ya ait olan Kepler derin uzay teleskobu yaşam olma ihtimali olan bir gezegen keşfetti ve bunun duyurusu yapıldı. Şimdi bir parantez açıyorum, konudan bağımsız sonra konuya döneceğiz.
Kullandığım nicknamelerden daha çok sosyal medya ve oyun forumlarımda kullandığım "Goldilock" sözcüğünün anlamı şudur: zeki yaşam formu oluşmasına uygun habitat. Evrende tek zeki canlı olduğumuz kibrine kapılmayan insanlardanım ben.
Konuya geri dönelim. Bulunan gezegene Kepler 186f adı verildi. Aşağıdaki resimde göreceğiniz gibi ilk ve tek Kepler gezegeni bu değil. Peki neden bu kadar heyecanlandık? Çünkü dünyaya en çok benzeyen şartlara sahip ilk Kepler gezegeni bu. Yani büyüklüğü, bulunduğu yıldız sisteminin bizimkine benzerliği, sistemdeki gezegen sayısı, yıldızına uzaklığı falan filan. O benzerlikleri de öbür resimde görebilirsiniz.



Kepler 186 yıldızı etrafında dönen 5 gezegenden biri, yıldıza en uzak olanı. Güneşten daha küçük olan ve daha az ısı veren bu yıldıza mesafesi gezegeni goldilock area (yaşanabilir bölge) içinde kılıyor. Kepler 186F dünyaya yalnızca boyutuyla benzemiyor. Kepler-186 yıldızı Güneş'in yarı boy ve kütlesinde M sınıfı bir kırmızı cüce yıldız. Kepler-186f'nin yıldızına uzaklığı yaklaşık 52,5 milyon kilometre. Kepler-186f gezegeni yıldızının etrafındaki dönüşünü 130 günde tamamlıyor. Yıldızından dünyanın güneşten aldığından daha az enerji alan Kepler-186f'de yıldızının görünen parlaklığı da daha az. Kepler-186-f' de gün ortasındaki yıldızının görünen parlaklığı dünyada güneşin batmasından bir saat önceki parlaklığı civarında. Ancak belki de en önemli özelliği gezegende su bulunabilecek olması. Gezegenin yüzeyi ne çok sıcak ne çok soğuk, araştırmayı yürüten Elisa Quintana'ya göre, bu yüzden yüzeyde su bulunabilir. Aşağıdaki resim ise Dünya ve Kepler-186 f de gün batımı karşılaştırması.


Şimdi heyecanı bir tarafa bırakıp neden "aha yeni mekan buldum hacı, kalk gidelim" moduna giremeyeceğimizi öğrenelim. Gezegen dünyaya 490 ışık yılı, yani 5 katrilyon km uzaklıkta. Yani şu anki teknoloji oraya gidebilecek bir uzay gemisi yapmaya izin verse bile gidilmesi 100 milyon yıl sürecek. Yani bugün yola çıksanız, günümüz teknolojisi ile erişebildiğimiz maksimum hız değeri olan 58 bin 536 km/saat* süratle 139 bin 297'nci göbekten torununuzun ulaşabilmesi mümkün olur. Dünyada kalıp ışık hızına erişilen teknolojiye ulaşmak daha akıllıca görünmektedir.

Gezegen dinleniliyor ama herhangi bir radyo frekansına rastlanmadı. Ancak böyle bir frekans yakalanabilmesi için o gezegende akıllı yaşam formu olması, teknolojik olarak gelişip dünyayı keşfedip bir de bize radyo frekansı yollamış olmaları gerekli. Gezegenin elde edilen verileri bizim takvimimizle 490 yıl öncesine ait. Arada geçen 5 yüz yıllık sürede gezegen ne şekilde değişti bilinmiyor. Belki de 200 yıl önce yaşam formu gelişti ama bizim bunu bilmemiz için bugünden itibaren 290 yıl geçmesi gerekecek. Hadi diyelim ki insan tarihinden daha önce orada zeki yaşam formu gelişmiş olsun. İnsanlık sadece son 70 yıldır uzaya radyo frekansı yollayabildiği için onların bizi duymalarına da epey bir süre var. Yani karşılıklı " ee sizin orada işler nasıl, var mı sizin de tayyibiniz?" gibi bir geyik muhabbete girmek imkansız.

Kepler 186 yıldızı yaklaşık 3-40 milyar yıl daha kırmızı dev aşamasına gelmeyecek. O yüzden henüz yaşam oluşmamışsa bile bu kadar uzun süre içinde oluşabilir. Ehh bunun gerçekleşmesine de yetişebiliriz gibi gözükmüyor çünkü bazı araştırmalara göre bizim Güneşimizin en fazla 1 milyar yıl ömrü kaldı. Yani Kepler canlıları sürüngenden 4 ayaklıya geçerken bizim insan neslimizin cortlamış olma ihtimali epey yüksek. Peki bu kadar heyecan, eyoo dünya benzeri yeni gezegen tatavasını bir tarafa bırakıp bu keşif bize ne kattı değil de biz o gezegene ne katabiliriz diye sormak lazım. Bence henüz zamanımız varken ( 1 milyar yıl kadar zaman yeterli) zeki ve teknolojik gelişim sağlamış insan formunun Dünyaya yaptıklarını bir görsel belgesel haline getirmek; sonra da onu bir ötegezegen uzay aracıyla o gezegenin yörüngesine yollamak en hayırlı iş olacaktır. Yani biz yaptık siz yapmayın abi tadında bir girişim bizi kurtaramayacak kadar uzakta olan bu gezegende gelişebilecek olası zeki yaşam formlarına bir ders verir belki.

Hattâ naçizane tavsiyem özellikle Türkiye' nin son 15 yılda kendi topraklarına yaptıklarına çok fazla yer verilsin. Ormanlarını ve sulak alanlarını en hızlı yok eden ülkeler listesinde baş sırada olduğumuzu biliyor muydunuz? Medeniyetin geliştiği Fırat-Dicle havzasının doğduğu bu topraklarda bilmem kaç bin yıllık medeniyet beşiğini yok etme başarısını gösteren AKP hükümetine de selamı borç biliriz.

İnsansılar

$
0
0


Başlık resminin konuyla alakası olmayıp,yazıya konu olan barınaktaki bebeklerden ve annelerden biridir.
Beni yakın tanıyanlar biliyor, bazen burada da yazmış olabilirim. İş yerimin yakınında bir semt parkı ve içinde tüm kedilerine hem beslenme hem tedavi konusunda hamilik yaptığım bir kedi barınağı var. Kedi barınağı olunca oraya getirip kedi atanlar, evindeki hayvanı salanlar, köpeğini kovalasın da bacakları açılsın diye kedi kovalamaya getirenler, ölen hastalanan bebek kediler, düşük yapan anne kediler vs vs dünya kadar sevimsiz olay yaşıyorum. Bugün olan olayı yazacağım size. ve nasıl sinirime sahip çıkamadığımı.
Benim parka besleme saatim saat 3-4 arasıdır. Bu ara kapalı barınak içinde anneler olduğundan ve yetişkin kedileri sokmadıklarından onlar için parkın barınağa uzak kısmında ikinci bir besleme noktası oluşturdum. Barınak parkın iç kısmında, bu yeni besleme noktası hem meydanına yakın hem girişine yakın. Neyse yemekleri suları tazeliyordum ki bir yaşlıca adam durdu yanımda motosikletiyle. Tanıyorum da simasını belli ki dükkanın müşterisi. Ben sadece simayı tanıyorsam o beni daha iyi tanıyordur o kesin. Neyse aramızdaki diyalog aynen şöyle:

Adam: Siz mi bakıyorsunuz bu kedilere?
Ben: Ben de bakıyorum bir iki gönüllü arkadaş daha var.
A: Ya bizim evde bi kedimiz var da ben ona yeni sahip bulmak istiyorum, yardımcı olabilir misiniz?
( dınnnnn antenler dikildi ve adam evindeki kedisini birilerine verme niyetiyle konuya eksi bir başladı zaten)
B: Neden vermek istiyorsunuz? ( hani sağlık sorunu,bebek doğdu, eşim alerji geliştirdi gibi beylik bahaneleri bekliyorum)
A: Ya benim bi kızım var. Çok haşır neşir kediyle. Çok yakından seviyor. Dün oynarken kedi gözünün kenarını tırmalamış. Hani yarım santim yana gelse kızın gözü gidecek. O yüzden vermek istiyorum.
( şimdi burada kızım dediği kişinin kendini koruyamayacak bilinçte çocuk olduğunu düşündünüz doğal olarak)
B: Kaç yaşında kızınız?
A: 20
B: Nasıl yani? beyefendi 20 yaşındaki insan kendini korumayı kollamayı bilir, yapmayın allah aşkına.
A: Hanfendi bakın kızıma baban mı kedin mi derseniz kedim der, o derece seviyor kediyi. Ben bu kediyi istemiyorum.
( bu arada motorsikletin arka kısmındaki kedi kafesi ve içindeki saf kan Van kedisi dikkatimi çekiyor. İki göz ayrı renk her tür cins özelliğine sahip bakımlı yaklaşık 1-2 yaş arası bir kedi.
B: Bu mu kediniz, siz bunu nereden aldınız peki, bu hayvan cins, sokaktan bulunması zor. ( salak ben yine kafa adamın sokaktan hayvan almış olmasına gidiyor mümkünmüş gibi)
A: Sormayın kızım kedi istediğinde pet shoptan aldım dünya paraya. Üç aylıktan beri bizimle şimdi 13 aylık.
(Bende hafiften yaylar gevşemeye başlar)
B: Beyefendi ben evden atılacak kedilere sahip bulmuyorum.Ben sokaktaki hasta, yaralı, annesiz bebek olanları sahiplendirip hayatlarını kurtarıyorum. Nasıl satın aldıysanız gidin yine petshoplardan yardım isteyin. Olmadı bakın şurada şurada veteriner klinikleri var, yardımcı olurlar mı bilmem ama gidip konuşun. Ya da facebookda hayvansever gruplar var, oralara yazın. Belki değil cins kedi olduğu için kesin sahip çıkar.
A: Yok öyle yapamam, kızımın haberi olmamalı, kızım akşam eve geldiğinde bu kedi evde olmamalı yoksa kıyamet kopar.
B: Şimdi siz bu kediyi kafesle motorun arkasına atıp çıktığınıza göre ve dediklerinizden de anladığım kadarıyla bu kedi sizinle eve dönmeyecek öyle mi?
A: Evet yaa dönmemeli, niyetim bu.
B: Yani sahip klinik falan bulamazsanız da ilk sokak kenarına bırakacaksınız. Size şunu sorayım. Bu kedi insan yaşıyla 15 yaş civarı. Kızınızı 15 yaşında evlatlık verir ya da sokağa bırakır mıydınız?
A: Nasıl yani ya anlamadım
B: Beyefendi bu kedi 3 aylık bebekken evinize girmiş. Normal insan olan insanlar için o sizin çocuğunuz gibi olmalıydı, tıpkı kızınızın ona ne kadar değer verdiğini anlattığınız gibi. Sizse sanki sokaktan aldım sokağa dönsün dercesine ondan kurtulmaya çalışıyorsunuz. Bu kedi sokakta yaşayamaz. Yemek bulmayı bilmez, diğer kedilerden kendini korumayı bilmez, kendisini ezebilecek arabaların varlığından habersiz ve nasıl kaçacağını bilmez. Sokağa bırakacaksanız kendi elinizle kırın boynunu öldürüverin, daha vicdanlı davranmış olursunuz.
A: Nasıl yanı sokakta yaşayamaz, yok sokağa bırakmıycam sahip bulucam zaten.

Burada zaten haftalardır bebek kedi ölümleri, senelerdir evden atılan kedilerin travmalarını izlemem, hepsine yetişemeyip ameliyat ettirdiklerimin bile hiçliğe gitmelerinin verdiği yük, kendini insan yerine koyup 3 günlük bebekleri yanına karton süt kutusuyla barınağa bırakan şerefsizlerin falan tüm hıncı bir anda patladı. Çıkardım telefonumu önce kedinin resmini çektim. Ardından adam ne olduğunu anlamadan adamın da resmini çektim. Ve sonraki konuşma küfür de içeren bir konuşma oldu. Özetle adama tekrar o kediyi sokağa bırakabilecek bir şerefsiz onun bunun çocuğu olacaksa hiç o zahmete girmeden kedinin boynunu kırıp öldürmesini, çünkü sokağa atmakla ona uzun acılı ve travmalı bir ölüm vereceğini; hadi kediyi düşünmediği halde kedisini o kadar seven kızını da mı düşünmediğini; tekrar onun bunun çocuğu olduğunu; 10 ayda hevesinin mi kaçtığını yoksa kızının kediyi sevmesini mi kıskandığını; kediyi aldığı zaman verdiği paraların hem onun hem ailesinin gırtlağından acıyla hastalıkla çıkmasını dilediğimi; o kediyi bilinmeze yollarsa kedinin kanının elinde olacağını; eğer kliniklere ya da sokağa bırakırsa benim mutlaka bundan haberim olup adamı afişe edeceğimi hatta afişe etmekle yetinmeyip rezil edeceğimi; mahallede adını hayvan düşmanına çıkarıp gün yüzü görmemesini sağlayacağımı; ve şimdi tam hatırlamadığım küfür içeren bir kaç şey daha söyledim.

Adam ya yok yeaa sokağa bırakmıycam diyorum hala laf ediyosunuz, sizi de hayvansever sandım da yardım istedim mealinde bir şeyler söyleyerek gitti. O kedi hala aklımdan çıkmadı. Böyle davranarak kediyi daha kötü bir geleceğe mi sürükledim bilmiyorum. Şimdi mahallede adamı tanıyan birilerini arıyorum ki kediye ne oldu öğrenebileyim.

SONUÇ: Bana hayvanlar özellikle sokak hayvanları ya da sokağa atacağınız hayvanlarla ilgili yanlış yapmayın arkadaş. Bir de lütfen azıcık insan olmaya çalışsın herkes.


Gezi' nin Yıldönümü

$
0
0

3 gün sonra bence kutlama olmayan gezi sürecinde kaybedilenleri anma olması gereken 31 Mayıs 2014 de olacağız. Süreçle ilgili çok yerinde ve mantıklı bulduğum bir yazıyı paylaşmak istedim. Yazının aslı Hakan Bıyıklıoğlu tarafından yazılmıştır ve burada okuyabilirsiniz.

Bir avuç insanla başlayıp milyonları, hem fiziksel hem de düşünce olarak içine alan bir kültürdür Gezi Direnişi. Çok farklı toplulukların birlikte varolabilmesini simgeler. Hükumete “Hayır, bunu istemiyoruz” ve “Bak! sen de böyle yap” mesajıdır.

Hepimiz biliyoruz ki, 1 Haziran sonrası, Gezi Direnişi’nde zaman zaman kolluk kuvvetlerine karşılık verme ve barikat kurma gibi eylemler de vardı. Bu eylemlerin sebepleri, nasıl oluştukları, hangisinin “senaryo” olup olmadığı veya kendini koruma amaçlı olup olmadıkları ayrı bir tartışma konusu. Büyük bir çoğunluğu pasif direnişten oluşan Gezi Olayları karşısında hazırlıksız yakalanan hükumetin önünde iki seçenek oluştu:

1. Sert müdahelelerle karşılık verip olayı bastırma, sindirme. Söylemler ve medya aracılığıyla Gezi’yi kötüleyip, “illegal örgüt”, “vandal”, “molotof” gibi 1980 öncesi terimlerle bağdaştırma. “Bize darbe yapılmak istendi” algısını oluşturma. Bunun sonucunda ise tabanı sıkılaştırıp hareketlendirme.

2. İnsanları seslerini duyurması için serbest bırakıp, çok gerekli olduğunda müdahele etme. “Tamam, halk istemiyorsa biz de yapmayız kışla falan” deyip, “Biz demokrasiden yanayız, herkesin hükumetiyiz biz” diye de ekleme.

Hükumet birinci yoldan ilerledi. Bunun çok net bir nedeni var aslında. İkinci seçenek imaja uygun değildi. Van minüt, posta koyma, delikanlı başbakan, biz eğilmeyiz gibi oluşturulan algılarla ters düşecekti. İnsanların kafasında bir zayıflık(!) oluşacaktı. Demokrasi mi yoksa taban mı sorusunun cevabı birinci seçenek oldu.

Tüm bunların ışığında 2014 Mayıs ayı’na bakalım:

Okmeydanı olayları: Kolluk kuvvetlerinin başsağlığına giden bir kişiyi, Cemevi’nin bahçesinde vurmasından sonra, olayın özü bu olmalıyken, her türlü mecra aracılığı ile Okmeydanı olayları DHKP-C, Alevilik ve terör ile bağdaştırıldı.

Köln Mitingi: Çok farklı platformlardan yaklaşık 75.000 kişinin yaptığı barışçıl bir protesto, Başbakan’a Alman Basını’nın yaptığı ayıplar ve Hitler’i referans etme gibi algılandı.

Soma faciası: 3. gününde müdahele ile biten protestonun sebebi, “Zaten bunlar genellikle Gezi Eylemleri ile cam kıran döken gruplar” söylemine bağlandı.

Gezicilere referans: Eylül-Ekim 2013′ten beri mitinglerde veya grup toplantılarında çok fazla malzeme yapılmayan Gezi Eylemleri tekrar gündeme geldi. Cam kırma dökme, kolluk kuvvetlerine yapılan karşı koyma ve “molotof” kelimesi sık kullanılıp, Gezi’ye referans verildi.

Görünen köy kılavuz istemez. Gezi Direnişi’nin yıldönümünde strateji yine aynı olacak. İçerik ne olursa olsun, önemi olmaksızın bir algı yönetiminin malzemesi olacak. Burada en büyük iş bizlere ve muhalefete düşüyor. Gezi Olayları’nın başından sonuna kadar (sonu varsa) muhalefetin algı yönetimi ile ilgili en ufak bir stratejisi olmamıştı.

“Ağaçlar kesilmesin” ve “AVM yapılmasın” ile başlayan ufak çaplı direniş, iki ayyaş, çapulcu, içki içen herkes alkoliktir ve diğer zıt söylemlerle “hükumetin alayını protesto” direnişine doğru evrildi. Planlanan bir direniş olmadığından dolayı algısı da hesaplanmadı, hatta tabiatı nedeniyle kimsenin umurunda da olmadı.

Artık hem bizler tarafından hem de muhalefet tarafından amaç ve algı doğru hesaplanmalı.

Mesele 3-5 Ağaç Olmadı Hiç

$
0
0

En azından benim meselem 3-5 ağaç olmadı. Ben biriktim hep. Demek ülke de birikmişti ki Gezi yaşandı. Biz Türkler balık hafızalıyız. Sene devri öncesinde hatırlatayım istedim bende birikenleri. Mutlaka arada unuttuklarım da olacaktır. Hatırlatan arkadaşlar olursa yazıya ekler ve gelecek kuşaklara " neden oldu?" sorusunu daha iyi açıklamaya çalışırız.

15.11.2005: "Türban yasağında söz ulemanındır": AİHM' nin üniversitede türban yasağını onaylayan kararını şöyle yorumladı: " Türban konusunda mahkemenin söz söyleme hakkı yoktur, söz hakkı din ulemasınındır".

18.12.2005: "Gâvur İzmir": AKP İzmir il teşkilatı toplantısında " İzmir' in üzerinde zaman zaman bazı yakıştırmalar vardır ya, İnşallah bu yakıştırmaları ilk seçimlerde silip atacaktır " dedi.

11.02.2006: "Ananı da al git" Mersin' de kendisini protesto eden ve "anamızı ağlattınız" diye seslenen çiftçiyi " Lan terbiyesizlik yapma, ananı da al git buradan! " diye azarladı.

26.03.2006: "Senin çocuğun da işsiz kalsın" AKP Keçiören ilçe kongresindeki konuşmasında "çocuğum işsiz" diye tepki gösteren vatandaşa " senin çocuğun da işsiz kalsın; otur otur; bana kişisel sorunlarını getirme, genel sorunlarını getir, genel nerede ona bak! " diye çıkıştı.

4.09.2006: "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir" Balıkesir' de yaptığı konuşmada terörle mücadeleye değindiği sırada bazılarının " şehit cenazesi görmek istemiyoruz" tepkisine " askerlik yan gelip yatma yeri değildir canım kardeşim" cevabını verdi.

14.12.2006: "İki koyun güdemeyenler": Nisan 2007 de erken genel seçim isteyen CB Ahmet Necdet Sezer' i ve seçimin Mart 2007 de yapılmasını isteyen muhalefeti eleştirdi. "Hayatında affedersin, iki koyun gütmemiş olanlar artık diyorlar ki: erken seçim; arkadaş, seçim olsa ülkeye ne kazandıracak?"

16.03.2007: "Sayın öcalan ve kelle": Erdoğan' ın 2000de bir radyo kanalında yaptığı konuşmanın kaydı 16.03.2007 de gündeme geldi. Öcalan için "sayın" şehitler için "kelle" demesi üzerine şehit aileleri ülke genelinde eylem yaptı.

07.03.2008: "Üç çocuk yapın": Uşak' ta  yaptığı konuşmada " bunlar Türk milletinin kökünü kazımak istiyor. Yaptıkları aynen budur. Genç nüfusun azalmaması için en az üç çocuk yapın" dedi. Bundan sonra da her konuşmasında üç çocuk istedi.

22.04.2008: "Ayaklar baş olursa": 1 Mayısta Taksim meydanında kutlama isteyen sendikalara " ayaklar baş olursa kıyamet kopar" dedi.

11.09.2008: "Hayatı şişenin içinden görenler": Moda iskelesinde içki yasağını protesto edenleri böyle niteledi.

26.02.2010: "Köşe yazarları her istediğini yazamaz": AKP toplantısında yaptığı açıklamada " köşe yazarları her istediğini yazamaz. patron gerekirse "kusura bakma sana burada yer yok demelidir." Herkes çizgisini bilsin,patronları uyarmak zorundayım maaşını ödediğin yazara sahip ol" dedi.

19.05.2010: "Bu mesleğin kaderinde bu var" : Zonguldak' ta 30 madencinin göçük altında kaldığı madenin önünde toplananlara seslendi. Ve madenci ölümünü sıradanlaştırdı "bu bölgenin insanı bu tür olaylara alışık. 199olı yıllardan bu yana bu tür faciaları hep yaşadık. Kömür ocaklarına ben de indim. Bu mesleğin kaderinde var bu. " dedi.

17.08.2010: "Bitaraf olan bertaraf olur": Bir TV programında 12 Eylülde yapılacak anayasa referandumunu değerlendirirken süreci eleştiren TÜSİAD' a yüklendi ve " TÜSİAD bu anayasa değişikliğini beğenmiyorsa çıksın açıkça hayır desin; neden olduğunu da söylesin. Desin ki ben 26 maddenin şu maddelerine şu gerekçeyle karşıyım. Ama diyemiyorsun, o zaman da çık açıkça de ki ben bu değişikliği desteklemiyorum de.Çünkü bitaraf olan bertaraf olur". dedi.

09.01.2011: "Ucube heykel": Kars' ta heykeltraş Mehmet Aksoy' un İnsanlık Anıtı adlı eseri için " Hasan Harakani' nin türbesi yanına bir ucube koymuşlar, garip bir şey dikmişler, oradaki tüm sanatkarane eserlerin olduğu yerde böyle bir şey olması düşünülemez" dedi. Ve ardından heykel AKP'li belediyece yıkıldı.

14.01.2011: "Tıksırıncaya kadar içiyorlar": AKP İl başkanları toplantısında içki içenlere yönelik " kimsenin yeme içmesine kısıtlama getirmiyoruz. Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar içsinler " dedi.

04.05.2011:"Bu özel değil,genel,genel.": Deniz Baykal' ın yasadışı kaydedilmiş cinsel içerikli görüntüleriyle ilgili bunların özel hayat olmadığını savunup " yahu bu kendi eşiyle mi bir şey oluyor da özel oluyor? bu özel değil, genel ahlaksızlıktır" dedi.

05.05.2011: "Kendisi de alevidir ya": Amasya mitinginde ısrarla CHP genel başkanı KK mezhebi üzerinden inanç farklılığına yorum yaptı ve " Malum Alevilik kültüründendir kendisi de Alevidir" dedi.

31.05.2011:"Adını bile anmak istemiyorum": Hopa ziyaretinde öğretmen Metin Lokumcu' nun biber gazı sebebiyle ölmesinin ardından protestocuları eşkiyalar diye adlandırdı ve " biri ölmüş, adını bile anmak istemiyorum" dedi.

03.06.2011. "Kız mıdır kadın mıdır" : Konyadaki konuşmasında Artvin Hopa' da Metin Lokumcu' nun ölümünün protestosu sırasında polis  eliyle kalçası kırılan Dilşat Aktaş' dan kadın mıdır kız mıdır diye bahsetti.

20.06.2011: " Ne afedersiniz rumluğumuz kaldı":  TV programında eleştirilere " bizim için de neler yazdılar. Ne yahudiliğimiz ne ermeniliğimiz ne affedersiniz rumluğumuz kaldı" dedi.

02.02.2012: "Dindar nesil yetiştireceğiz" : Kendisini din tüccarı diye suçlayan KK için konuşurken " dindar nesil yetiştireceğiz. muhafazakar demokrat bir partiden ateist gençlik yetiştirmemizi mi bekliyorsun" diye ilk tohumu ekti.

26.05.2012: "Her kürtaj bir Uluderedir": Kürtaj düzenlemesini savunurken kürtajı Uludere ile bir tuttu ve "kürtajı bir cinayet olarak görüyorum, bu ifademe karşı çıkan çevrelere soruyorum, yatıyorsunuz kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz, her kürtaj bir Uluderedir" dedi.

06.08.2012: "Ucube cemevi": Karacaahmet mezarlığı yakınındaki cemevi için "o cemevi bir ucube olarak yapıldı, ruhsatı yok, kaçak yapı," dedi.

01.09.2012: "Benim evladım gerizekalıdır diyor": 4+4+4 eğitim sistemi çerçevesinde 66 aylık çocuklarının okula başlamaması için sağlık raporu alan aileleri, çocuklarına hakaret etmekle suçladı ve " bu 66 ay meselesinde gidip rapor alanları ben evlatlarına ihanetle vasıflandırıyorum. Niye? Benim evladım geri zekalıdır diyorlar" dedi.

20.10.2012: "Yezidi de olsa..." : Elazığ' da halka seslenirken bir kez daha din ayrımına vurgu yaptı ve "sevgili kardeşlerim, Yezidi de olsa teröre bulaşmadığı sürece insana insan olduğu için yine değer veririz" dedi.

25.11.2012: "Muhteşem yüzyıl TV dizisi" : TV dizisini eleştirirken " bizim öyle ecdadımız yok. Biz öyle bir Kanuni tanımadık, onun ömrünün 30 yılı at sırtında geçti. O gördüğünüz dizilerdeki gibi geçmedi. Bunu çok iyi bilmemiz lazım. Ben o dizilerin yönetmenlerini de o televizyonun sahiplerini de milletimin huzurunda kınıyorum. Bu konuda ilgilileri uyarmamıza rağmen yargının da gerekli kararı vermesini bekliyoruz" dedi.

21.12.2012: "Yetiştirdiğiniz öğrenciler bunlarsa..." : ODTÜ' de öğrencilerin kendisini protesto etmesinden sonra üniversite yönetimini suçladı ve " yetiştirdiğiniz öğrenciler bunlarsa bu ülke batmış " dedi.

10.03.2013: "Nankörlük yapma" : Silopi' de özel bir şirkete ait termik santral açılışında tesisi protesto eden vatandaşı azarladı ve "nankörlük yapma. Ekmek bulamazsınız yemeye, ekmek gelir, sonra da ekmeği tepersiniz" dedi.

19.04.2013: " Tabelalardan T.C. ibaresinin kaldırılması": Sağlık bakanlığı logosu ve bazı valilik tabelalarından TC ibaresinin kaldırılmasıyla ilgili soru soran gazetecilere " Haberim yok, ama bu karar alındıysa arkasında durulmalıydı" dedi.

24.05.2013: " Kafa kıyak dolaşan nesil" : Alkol satışı ve tüketimine düzenlemeler getiren yasayı savunurken " gece gündüz kafassı kıyak dolaşan bir nesil istemiyoruz" dedi.

28.05.2013. " İki ayyaşın yaptığı yasa": Alkol düzenlemeleriyle ilgili kendisine yapılan dini referans alıyor eleştirilerini yasaları din temeline oturtarak savundu. " Doğruyu emrediyorsa bunu din emrediyor diye karşı mı duracaksın? İki tane ayyaşın yaptığı yasa sizin için muteber oluyor da, inancının emrettiği bir gerçek, bir vaka, niçin sizler için reddedilmesi gereken bir olay haline geliyor?" dedi.

29.05.2013: Ne yaparsanız yapın biz kararımızı verdik": 29 Mayıs 2013 günü gerçekleşen Yavuz Sultan Selim Köprüsü inşaatının açılışı sırasında Gezi parkı için; "Ne yaparsanız yapın. Orası için karar verdik. Yapacağız." dedi.
 
2.06.2013. " Bir kaç çapulcu" Gezi eylemcilerini tanımlarken" Birkaç çapulcunun o meydana gelip insanımızı yanlış bilgilendirerek tahrik etmesine pabuç bırakmayız" dedi.

Ve ardından Gezi sürecinden beri hiç susmadı bildiğiniz üzere. Yani ben birikmeye devam ettim, ediyorum.


Yaşanan Tarihe Tanıksın,Unutma,Unutturma

$
0
0

Sadece hatırlayın, nedenini sebebini zaten kendi açımdan yazdım. Unutan varsa eğer ya da bilmeyen seyretsin. Umarım bu gün ( saat şu anda 02.50 31 Mayıs) tekrarları yaşanmaz. Ben sokakta olacağım, sokağın özgürlüğü çok güzel. Ama o yüzü kızıl eşarpla kapalı militanlar ortaya çıktığı anda ben giderim. Ben tek bir bayrak ve tek bir ideoloji adına bu hükümete karşı çıkıyorum. Özgürlük, demokrasi, laiklik, cumhuriyet,Atatürkçüyüm bi de.
Gezi Parkı Belgeseli - Bölüm 1 from Gezi Doc on Vimeo.

 Gezi Parkı Belgeseli - Bölüm 2 from Gezi Doc on Vimeo.

Gezi Parkı Belgeseli - Bölüm 3 from Gezi Doc on Vimeo.

Nihat Ağbime Sorular

$
0
0

Ramazan ayında ne olur? Çok şey olur da en belirginlerden biri TV kanallarında her saat başına üç program ortalamasıyla boy gösteren ramazan sohbetleridir. Bu senenin gözdesi ise sosyal medyayı sallayan Nihat Hatipoğlu abimiz. Bilemem gerçekten din ehli midir, sorulara cevapları cinci hoca kıvamında mı yoksa ilahiyatçı tadında mıdır, aldığı para doğru mudur hele hiç umurumda değil. Dindar biri değilim. Hatta yaradanın varlığına ( adına ben başka şey derim) inanıp dini, din kuralları ve kitaplarını red eden biriyim. Ama gelin bakın adamcağıza sorulan sorulara sonra bana bre küffar bre dinsiz diyecekseniz yoruma yazarsınız.
Şimdi okuyucuyu kaçırmadan ufaktan masum sorularla başlıyorum. Bir kaç yaşı ufak seyircisinin sorduğu sorular var Nihat ağbimize. Bu arada sorulan sorular gerçek, Googleda ararsanız video kayıtlarını bulursunuz. Ben bazılarının ekran görüntülerini yazıya çeşni olsun diye koyuyorum.



* İnternetten oyun indirmek günah mı? İnternetten oyun indiriyorum. Oyun şirketi bana beddua eder mi?
* Justin Bieber’in posterini odama asıyorum, günah mı?

 Bir kere videolarını seyrettim, o yaşta çocuklar o kadar kalabalık ortamda bu kadar doğal soramaz o soruları. Kafamda iki senaryo yazdım.

*Senaryo 1: Bu çocuklar büyük olasılık casting ajansları tarafından canlı yayınlanan programlar için götürülen seyirci grubundan. E yani o 600 bin lira ( program başına mı aylık  mi bilmiyorum) ööle sigara orucu bozar mı, sakız çiğnedim orucum gitti mi, cenabetken sahura kalkılır mı türünden diyanetin cevapladığı sorularla hak edilmez. Azıcık konuşulacak sorular olmalı ki sosyal medya sallansın (!) ,sosyal medyada zaten işi gücü olmayan bi ton insan olduğundan sallanmaya gayet müsaittir, veee Nihat ağbimiz konuşulsun parasını hak etsin.

*Senaryo 2: Gönlümden geçen senaryo bu açıkçası. O yaştaki bir çocuk hadi diyelim ciddi yırtık ki o salonda elinde mikrofonla soru soracak cesarete sahip; kıçından uydurmayacak tabii ki soruyu. Evde konuşuluyordur kesin. Anne dır dır dır şeklinde kalkmadın da o bilgisayar başından da, bi iftara bile vaktinde gelemedin de masaya iki metre uzaktan, allah da seni çarpacak da bak günah günah diyordur mesela. Ya da öbür çocuğun annanesi bu akşam evin neresinde kılsam namazımı diye yer aranıp seccadeyi çocuğun odasına sermeye girdiği anda ( burada ramazan boyu yatılıya gelmiş bir annane-babanne-kaynana durumu da olabilir) piiiii bu ne duvardan bana bakan gavur,tööbe tööbeee, günah çocuum bunlar günah şeklinde çok dini bir bildirimde bulunmuş olabilir. Çocuklar da analarının çekiştirmesiyle evde yine o bilgisayar başında gavur oyunu oynicaana gel de az irfan öğren diye programa götürülmüşlerdir. Kamera açısı dışında kalan görüntülerde sorusunu sorduktan sonra yerine oturan çocuğun yanındaki annesine dönüp yaptığı ahan da kodum mu çocuu işaretiyle bu senaryoyu yeterince açıkladığımı düşünüyorum.

Gelelim diğer sorulara. Öncelikle ben gibi ateistler dindarlara göre kötüyüz di mi? Her musibet bizim başımızın altından çıkıyor, gezici olan da biziz çapulcu olan da, çocuklarımızı sağa sola bireysel ve cinsel özgürlükleri doğrultusunda takip etmeden serbestçe yollayan da, kızlı erkekli okuyan hatta utanmayıp çocuklarını imam hatipe yollamayan da biziz. Çocuk yaşta evlendirilen çocukların aslında evlendirilmediğini din alet edilerek tecavüze uğradığını söyleyen ve onları korumaya çalışan da biziz, hayvanlara tecavüz edenlerin insana tecavüz cezasıyla yargılanmasını sağlamaya çalışan da. Sokakta zor durumda bulduğumuz bir hayvan için canımızı paramızı harcarken köpek giren eve melek girmez diyenlerle savaşan da biziz. Bakalım dindarlarımız neler sormuş.

* Sevdiğime kavuşmak için dua ediyorum, o da kendi sevdiğine kavuşmak için dua ediyor. Kimin duası kabul olur?
* Eşimin dayısı bana helal midir?
* Çocukken ben bir kardeşimin yanlışlıkla üstüne oturmuş öldürmüşüm. Günah mı?
* Cinsiyet değiştireni hangi hoca yıkar?
* Dokunmadan boşalmak günah mıdır? 





Arkadaş nasıl bir dünya ki bu adam ya da kadın neyse bir akrabasına hallenebiliyor ya da akraba ona halleniyor ve bunun din açısından meşruluğunu sorgulayabiliyorlar? Ya da hadi sen çocuktun bilincin yoktu da ailende de mi bilinç yoktu kardeşim kardeşinin üstüne oturup öldürdüğünde bir yasal-psikolojik destek aramadılar, sen de geldin program köşelerinde soruyorsun? Orucum diye cinsel ilişkiye girmeyip karına karşında çıplak dur mu diyorsun veya porno mu seyrediyorsun arkadaşım?

Hele bir başka soru var ki belli çok darda kalmış bir hanım soran. Herhangi bir sebeple olabilir ama ablamız şunu soruyor: Bir kadının eşine kendi cinsel ihtiyacını kendin karşıla demesi günah mıdır? Vee 600 bin liralık Nihat ağbimiz cevaplıyor: Evlilik kurumu bu tür şeyler için var. Kadın da erkek de öbürünün isteğine hayır dememeli, zira o ucu tehlikeye götürür, bu Allahın yarattığı gereksinim....

Başım ağrıyorlara elveda yani. Lan bi bırakın, karım benle sevişmedi diye döverek karısını öldüren erkeklerin hepsi dışarda bu ülkede. Hakim empati kuruyor zaar ki ceza vermiyor.

Offf sinirim zıpladı yine yazarken. Ben de gidecem Nihat ağbimin programına. Valla ciddiyim. Ama ben şunları soracağım:

* 27 kişinin tecavüz ettiği 13 yaşındaki zihinsel engelli çocuk için ses çıkarmadı rızası vardır diyen hakim cennetten ne bekler?
* Tecavüzden suçlu olup mahkemeye kravat takıp da geldiği için iyi halden tutuksuz yargılanma kararı verilen adam daha kaç kişiye tecavüz ederse iyi hali kaldırılacaktır?
* İnşallah maşallah diyerek bu milletin a*mına koyacağız diyen ve koymaya devam eden iş adamı allah katında yargılanacak mıdır?
* Müslümanlık adıyla kafa kesen, insan öldüren IŞİD örgütüne unsur diyerek onları kollamak dinen caiz midir?
* Yolsuzluk, rüşvet, devleti soymak, cukkalananları sıfırlamak günah mıdır?
* Ben yaradılanı yaradandan dolayı severim deyip mezhep, ırk, siyasi düşünce ayrımı yapmak caiz midir?
* Affedersiniz rum, biliyorsunuz bunlar alevi söylemlerinden sonra meydanlarda ben hepinizin cumhurbaşkanı olmaya adayım demek günah değil midir?

Ya saymakla bitiremem. Hocam söyleyin; milyonlarca insanın gözüne baka baka yalan söyleyip, ölülerin emrini verdiğini kabul edip, öldürttüğü çocukların annelerini meydanlarda yuhalatıp, güzel ve iyi olan her şeyi yok edip sadece rant ve para sağlayan unsurları yüceltip anlatıp...

Off bitmez bu cümle. Söyleyin hocam çok dardayım. Tüm bunları yapıp da gece başını yastığa koyduğunda iç huzuruyla uyuyabilen bir ademoğlu var mıdır? Yok varsa ve uyuyabiliyorsa O' na cennet nasıl vaat edilir?

Hadi iyi sahurlar hepinize. Akşam Taksim meydanındaki iftar sofrasından zabıtalarca kovalanan Suriyeli çocukları bi araştırın Googleda. Sonra Allah kabul etsin orucunuzu.

Bu Türban Bir Başka Dostum

$
0
0


Hadi ben dinsizim ben anlamam, dindar arkadaşlar sizler ne diyeceksiniz bunlara merak ediyorum. Yok yok bir yanlış var bu işte. Konu kafayı örtmek değil; kalbi ve ruhu düzgün tutabilmek arkadaşım, yoksa sen hâlâ anlamadın mı?


İçki şişeleriyle poz vermek günah değil velev ki içmesin.



Arabam var benim...



Türbanlıyım ama şık ve mini etekliyim.



Tayyip dövmeye kanser olursunuz demeden önce yaptırmış abla.



Bira arpadan canıımmmm, günah yazmaz arpa.



Efes seviliyor sanırım o kesimde.


Kız kıza biralıyoruz şurada, ne var ki...




Ben de sexi pozlar vermek istiyorum...Da abla eteği öyle açmasaydın iyiymiş.



Altı kaval üstü şişhane. Bizim gelin bizden kaçar,başını örter kıçını açar.



Gönüllerde taht kuran, omuzlara alınan o benim işte bennn....


Benim arabam yukardaki arabayı döver.


Tayyarımın türbanlı bacısını denize karşı öpmüşler.



Rakı balık başka din başka.



Bu resim fake değil ama Türk de değil.



Bir başka başını örtüp kıçını açma olayı. Yaygın sanırım bu durum.



Tangam mı gözükmüş, bana ne...



Yiyişmenin böylesi...



Bu yiyişme falan değil direkt tecavüze yeltenme.



Bir de daha feci olan videolar var. Buyrun. Bu abla danscı olmalıymış bence, yazık ediyor o yeteneğe.



Mekan AKP mitingi dikkatinizi çekerim.



Hay dombıranıza sizin...



Yuhhh seslerini duymaya başlıyacağım şimdi.



Neymiş, insanın kafasının içi önemliymiş. Hadi Allah kabul etsin elalem görsün diye değil de Allahla aramdaki ibadettir diye tutulan oruçları.

MAÇ İZLENİMLERİM VOL 2

$
0
0



Bildiğiniz üzere 1 aydır maçla yatıp kalkmaktayız,ha benim gibi ilgi alanınıza girmese de bu maç olayı, yine de ister istemez bilgi sahibi oluyorsunuz.Her yer de o akşamın maçı konuşuluyor çünki....Çok değil 4 yıl önce falan mecburiyetten bir maçın tamamını izlemişliğim vardı ki onla ilgili yazımıda yazmıştım. İşte 4 yıl sonra bir kez daha mecburen bu top olayına katlanmak zorunda kaldım ve izlenimlerimi sizle paylaşmak istedim....

Bu maç öyle böyle değildi ama en baba maç! Dünya kupasının finalı oynanıyor yani boru değil! Almanya Arjantin takımlarının kimi güzel kimi fittirik oyuncuları bir araya gelecek.

Arkadaşların final maçını bende izleyerek beni onurlandırma kararı almaları üzerine günler önceden maça hazırlanmaya başladım.Şöyle ki; bu muamma ofsayt nedir,endirekt serbest atış nasıl olur,top saha dışına çıktığında taç mı aut mu gibi teknik bilgileri az biraz çalıştım.Amacım gelecek olan 7 adet erkeğe uyum sağlayabilmek,3 tane de hemcinsim gelecekti ama onlardan hiç ümidim olmadığından kızların şanını korumayı ben üstlendim.

Neyse maça bir saat kala millet damlamaya başladı,salonum maça uygun kıvama getirildi,yemek masam açık büfeye dönüştürüldü,kedişlerim tek tek herkesin ayağını koklayıp tanıştı ama maç sırasında bu erkek insanları boyut değiştireceğinden onları hemen içeri odaya kapadım söylene söylene...

Ve büyük an geldi ! Bende çok kararlı bir şekilde aralarına girdim iddaalıyım maçı izleyecem her ne olursa olsun. Ama gel gör ki belki kadın detaycılığından bir türlü maça konsantre olamıyorum.Önce futbolculara odaklandım.Allam o saç stilleri ne öyle, bazıları şapşal sonra formaları beğenmedim,saha kenarında verilen reklamları okuyorum falan ama çaktırmıyorum,mesela aniden ev ahalisi "oo ofsayt bu" diyince bende " evet evet bence de "diyorum.Derken maçtan kopup bizim erkek tayfasını gözlemlemeye başladım.Bir grup Almancı bi grup Arjantinci ve sanırsınız Türkiye maç yapıyor.Kendi tuttuğu takım top kaybedince deli gibi üzülen ve küfür eden bir manyak grup evimi işgal etmiş durumda !Baktım sıkılıyorum dur dedim şunların konuşmalarını kaydedeyim.Aşağıda yazacağım bazı konuşmaların çoğunun sonunun bir küfür içerdiğini söylememe gerek yok sanırım.


-Herif makina gibi abi!

-Messiye top gelmiyor bu ne lan!

-Bu harbi ofsayt kalıbımı basarım

-Herif gol attım diye seviniyor,lan oğlum ben burdan gördüm ofsayt o

-Resmen kırmızı olmalıydı bu

-Ha şöyle dişli oynayın şerefsizler

-Ya bu herifçioğlu topu ayağına yapıştırıp gidiyor

-Varya ilk harekette vurmayıp bi içeri dalsaydı !

-Kesin sarı kart hocam bu !

-Ulan ordan bacak arası mı yapılır



Bu konuşmalar arasında ben hem oyuna yorum katkıları yapıp, hem servise koşturup hemde sıkıntıdan patlayıp kendilerini oyuna veren hemcinslerim arasında koşturup duruyorum.Derken maç bitti ! Eyyooo dedim kurtulduk eziyet bitti, yırttın anacım hadi falan derken o şok edici cümleyi duydum: Maç uzatmaya gidecek Su boşuna sevinme !Yoo bu kadarını da kaldıramaz bu bünye desem de yine de oturdum kös kös....Uzatmayım efendim maç sonunda gerçekten bitti,erkek insanları bir süre daha kritiğini yaptılar,kızlar ortalığı toplamaya başladılar.Bunlar toparlanıp gitmeye hazırlanırken arkadaşlarımdan biri " eee söyle bakalım Su maçla ilgili genel izlenimin nedir" diye sordu.O kadar hazırlık,futbol terimlerini öğrenmem,maç boyunca ki kritiklerim bir cümlemle yok oldu gitti.

-Almanya'nın 5 numarası çok yakışıklıymış bea !

The Chronicles of Duman Vol: 6

$
0
0




Az mizah, az can sıkıntısı, az yaşananlardan kıssadan hisse deme ihtiyacı.

Dama: Duman abiiii naapiyosunnnnn
Duman: Kuyruğumu yalıyorum eşşek sıpası,sen naapiyosun! ( kafasına kafasına vurcam ben bi gün bu veledin!)
Dama: Oyun oynayalım mı Duman abiii noolur ama noolurrrr
Duman: Ya bi git çocuğum bi git temizlen falan allah aşkına. Ananız öğretemedi tamam anlıyorum, ama benden de mi görmüyosun yaa.Git yalan temizlen ya da ne biliyim uyu!
Minti: Dama benle oynasana Dama , hadi benle oyna, noolur oyna, hadi koşalım, bak fare yakalayalım noolur.
Dama: Ya git senle oynamam ben, en sevdiğim faremi sen kaybettin geçen gün. Bulamadım da. O kadar ağlıyorum insanlara onlar da bi zahmet edip aramıyorlar.
Minti: Ama beni kırıyosun Dama, niye kırıyosun ki beni, ben seni çok özledim evden uzaktayken, kırma beni noolur, hadi oyna benle,benle oyna Dama.
Duman: Off allahım yaaa, iyi ki bi 2 hafta kayıptı bu karı, hala mı bunun ekmeğini yemeye çalışıyor? Hem kızım sen yokken bizim kafamız çok rahattı. Kimse önümüze yatıp yatıp poposunu burnumuza sokmuyordu. Hala anlamıyorum niye o hareketi yaptığını. Gerçi az uğraşsak anliycaz gibi di mi lan sıpa?
Dama: Abi ben daha bi hatırlıyorum gibi ama pek de emin değilim. Yani bir şey yapılıyordu o popo buruna gelince ama biliyosun annem :(( Hıckk, ühühü hüü
Duman: Hah hayatının travmasını hatırladı yine bu sıpa. Oğlum sen anneni zaten kaybetmiştin. Sana araba çarpmıştı araba. Lan arabayı hatırlamıyor da annesini kaybetmeyi hatırlıyor bu değişik.
Minti: Duman abi çok ama çok üzüyorsun beni. O iki hafta diye küçümsediğin şey var ya, hiç yaşamayın hiç. Bi ben bilirim sokaklarda annem yokken neler yaşadığımı. Sen hiç kuru ekmek kemirdin mi ha abi, hiç kemirmeye çalıştın mı? Kuru ekmek kemirilmiyor abi, ama açlıktan korkudan deniyor insan abi, deniyor.
Duman: Off tamam kızım yaa, başlama yine ajitasyona. Döndün geldin işte geri. Hem fark etmiyorum sanma, sana gizliden gizliye hep yaş mama verdi bu kadın.Onun hesabını da yazdım bi kenara.
Dama: Abi bu ses ne, balkondan geliyor. Abi korkmalı mıyım? Duman abi çok fena bu ses abi ben korkuyorum!
Duman: ( yeminlen salak bu çocuk) Oğlum korkma la korkma. Güvercin konmuş balkona, Gel az seyredelim pencereden, hem jimnastik olur, avcılık yeteneklerimizi hatırlarız.
Dama: Yok abi yok ben çok korkuyorum, ben dolaba girsem bi abi ha girsem mi? Orası güvenli di mi abi, güvenli de noolur.
Minti: Hahahayy salaak Dama salaak Dama:) Kuş o oğlum kuş, ben sokaktayken hep gördüm ki onları. Niyeyse hep gözüme yemek gibi gözüktüler. Duman abi bu kuşlar yemek mi abi, ha yemek onlar di mi? Ama büyük olanları nasıl yiycez abi, yenmez ki onlar, hem büyükler abi.
Duman: Kız sen de iyi ki bi 2 hafta kaybolup sokakta yaşadın. İnsan kısmının bedelli askerlik anısı gibi anlatıyorsun da. anlatıyorsun. Büyüklere yaklaşmayın, küçükleri bulursanız da sakın yemeyin. Bayıltıp anneye getirin.Ona arada hediye vermeniz lazım.












Ben: Arkadaşlar ben geldim, yaramazlık yok inşallah.
Minti: Annem, annem, annemm hoş geldin, çok özledim seni, bi daha beni bırakma anne, bırakmican di mi anne, sakın bırakma anne, bak ne tatlıyım ben anne, sakın bi daha gitmiyim ben anne.
Ben: Kızım mintoşum, abartma, tamam geldim. Kız kaç hafta geçti tamam bir daha kaybolmayacaksın. Şımarma şımarmaaa. Off serseri karı şirinsin ama:)
Dama: Anne yalnız olmayabilir, ben korkuyorum abiii, abi ben dolaba gidiyorum. Eğer yalnızsa bana mivv de ben çıkarım.
Ben: Dama yeter kaçma. Vallahi kimse yok. Off bu kedi nasıl alışacak yaa.
Duman: Selam anne, yaş mama getirmişsindir umarım. Tüm gün bu iki zibidiyle bırakıyosunuz beni zaten, bunun bir bedeli var.
Minti: Annem, annem, hadi sev beni, okşasana, hem bak ben seni çok seviyorum, seviyorum seni anne.
Ben: Kızım prensesim geveze kedi sana mı deniyor? gel tamam gel kucağıma:)
Duman: ( yeminlen yalakalık yapmıyorsa ben de Norveç kedisi değilim). Anne yaş mama demiştim ?
Ben: Yok öyle her gün her gün yaş mama. Bırakın bakiim ağlaşmayı.

Ben: ( telefonda) Timam yiğen ev senin gel akşama.
Dama: Duman abiii bak yine o dirinn dirin sesi geldi. Abi ben korkuyorum abi.
Duman: Salak sıpa o zil sesi lan, kapı çaldı biri geliyor demek.
Dama: Nasıl yani? biri mi geliyor, yabancı biri, ya bana zarar verirse, korktum ben abi, abi kaçcam ben. Abiii dolaba giriyim mi ben?
Minti: Yahahah salaaak Dama salaaak Dama. O gelen Can abi yaaa. Çok seviyom ben onu. Hep gıdımı kaşıyor.
Duman: Kız sen bile şu sıpadan akıllısın diycem nerdeyse. Kork oğlum kork! Hatta öyle bi kork ki git bi daha çıkma lan saklandığın yerden. Pehheyyy buna da erkek diyorlar bana da, ona yanıyorum ben.
Minti: Akıllıyım di mi ben abi, vallahi akıllıyım. O sayede sokakta hayatta kaldım. Siz bana hiç öğretmemiştiniz sokağı ama ben yine de becerdim abi, evet becerdim, becerdim ben.
Duman: Off bi sus kızım bi sus. Sen üç haftalıkken anneni kaybettin. Bizim camiada eğitim işi anneye bakar, ben ne yapsaydım ?

Dama: Abiii kapıdan bi ses geliyo!
Ben: Selam cicoş hoş geldin. Bak bu korkucak yine senden noolur üstüne gitme. Geçen sefer 3 gün çıkmadı gardroptan.
Duman: Korkma be sıpa korkma. O annenin yeğeni. Tanıyorum ben onu. Sabaha karşı yatağına girersen çok güzel kaşır sırtını.
Yeğen: Teyze bak yine benden korkmaya karar verip topukladı bu.
Dama: Ya yok biliyorum ama korkuyorum elimde değil, ben dolabıma giriyim.Abiii o insan dolaba gelemez di mi abiiii?
Minti: Hoş geldin şeker. Beni kaşısana, bak kucağına da çıkarım, hadi okşa beni, ben çok seviyorum okşanmayı. hem biliyo muydun, ben kaaaç gün sokakta kaldım?

Duman: Ey sahibem bu ikisine alıştım, zayıflamamı da sağladılar. Ama o dükkandaki tek gözü kör bebeği sakın eve getirme.

1- O bebek ve ben bu yaşımdan sonra babalık yapamam.
2- Bir de bu sıpaların onu kabullenmesiyle uğraşamam.
3-Yine de yuva bulamazsan naapcaz el mahkum diycez.

30 Ağustos Zafer Bayramı

$
0
0




Nazım Hikmet' in Kurtuluş savaşını anlattığı Kuvayi Milliye Destanı bu hafta içinde bir radyo kanalında Devlet Tiyatrosu sanatçıları tarafından seslendirilmiş olarak yayınlandı. Müziklerini Zülfü Livaneli Ve Can Atilla yaptı. İster dinleyin ister okuyun, ama ben dinlemenizi öneririm.





kuvay-ı  milliye destanı

başlangıç

onlar

onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.

onlar ki uyup hainin iğvâsına
sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice murtada hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.

demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.

en bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
asırda onlar yendi, onlar yenildi.
çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için :
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.




birinci bap


yıl 1918-1919
ve
karayılan hikâyesi



ateşi ve ihaneti gördük
ve yanan gözlerimizle durduk
bu dünyanın üzerinde.
istanbul 918 teşrinlerinde,
izmir 919 mayısında
ve manisa, menemen, aydın, akhisar :
mayıs ortalarından
haziran ortalarına kadar
yani tütün kırma mevsimi,
yani, arpalar biçilip
buğdaya başlanırken
yuvarlandılar...
adana,
antep,
urfa,
maraş :
düşmüş
dövüşüyordu...

ateşi ve ihaneti gördük.
ve kanlı bankerler pazarında
memleketi alaman'a satanlar,
yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar
düştüler can kaygusuna
ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından
karanlığa karışarak basıp gittiler.
yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,
en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat,
dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat,
iki kat soyulmamak için.

ateşi ve ihaneti gördük.
murat nehri, canik dağları ve fırat,
yeşilırmak, kızılırmak,
gültepe, tilbeşar ovası,
gördü uzun dişli ingiliz'i.
ve aksu'yla köpsu,
karagöl'le söğüt gölü
ve gümüş basamaklı türbesinde yatan
büyük, âşık ölü,
şapkası horoz tüylü italyan'ı gördü.
veçukurova,
kıyasıya düzlük,
uçurumlar, yamaçlar, dağlar kıyasıya
ve seyhan ve ceyhan
ve kara gözlü yürük kızı,
gördü mavi üniformalı fransız'ı.
ve devam ettik ateşi ve ihaneti görmekte.
eşraf ve âyân ve mütehayyizânın çoğu
ve ağalar :
bağdasar ağa'dan
kellesi büyük mehmet ağa'ya kadar,
düşmanla birlik oldular.
ve inekleri, koyunları, keçileri sürüp, götürüp,
gelinlerin ırzına geçip,
çocukları öldürüp
ve istiklâli yakıp yıktıkça düşman,
dağa çıktı mavzerini, nacağını, çiftesini kapan
ve çığ gibi çoğaldı çeteler
ve köylülerden paşalar görüldü,
kara donlu köylülerden.
ve bizim tarafa geçenler oldu
tunuslu ve hindlikölelerden.
vetürkistanlı hacı ahmet,
kısık gözleri,
seyrek sakalı,
hafif makinalı tüfeğiyle
dağlarda bir başına dolaştı.
ve sabahleyin ve öğle sıcağında ve akşamüstü
ve ayışığında ve yıldız alacasında geceleyin,
ne zaman sıkışsa bizimkiler,
peyda oluverdi, yerden biter gibi o
ve ateş etti
ve düşmanı dağıttı
ve kayboldu dağlarda yine.

ateşi ve ihaneti gördük.
dayandık,
dayandık her yanda,
dayandık izmir'de, aydın'da,
adana'da dayandık,
dayandık, urfa'da, maraş'ta, antep'te.

antepliler silâhşor olur,
uçan turnayı gözünden
kaçan tavşanı ard ayağından vururlar
ve arap kısrağının üstünde
taze yeşil selvi gibi ince uzun dururlar.

antep sıcak,
antep çetin yerdir.
antepliler silâhşor olur.
antepliler yiğit kişilerdir.

karayılan
karayılan olmazdan önce
antep köylüklerinde ırgattı.
belki rahatsızdı, belki rahattı,
bunu düşünmeğe vakit bırakmıyordular,
yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi
ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar.
yiğitlik atla, silâhla, toprakla olur,
onun atı, silâhı, toprağı yoktu.
boynu yine böyle çöp gibi ince
ve böyle kocaman kafalıydı
karayılan
karayılan olmazdan önce.

düşman antep'e girince
antepliler onu
korkusunu saklayan
bir fıstık ağacından
alıp indirdiler.

altına bir at çekip
eline bir mavzer
verdiler.

antep çetin yerdir.
kırmızı kayalarda
yeşil kertenkeleler.
sıcak bulutlar dolaşır havada
ileri geri...

düşman tutmuştu tepeleri,
düşmanın topu vardı.
antepliler düz ovada
sıkışmışlardı.
düşmanşarapnel döküyordu,
toprağı kökünden söküyordu.
düşman tutmuştu tepeleri.
akan : antep'in kanıydı.

düz ovada bir gül fidanıydı
karayılan'ın
karayılan olmazdan önceki siperi.
bu fidan öyle küçük,
korkusu ve kafası öyle büyüktü ki onun,
namlıya tek fişek sürmeden
yatıyordu yüzükoyun.

antep sıcak,
antep çetin yerdir.
antepliler silâhşor olur.
antepliler yiğit kişilerdir.
fakat düşmanın topu vardı.
ve ne çare, kader,
düz ovayı antepliler
düşmana bırakacaklardı.

«karayılan» olmazdan önce
umurunda değildi karayılan'ın
kıyamete dek düşmana verseler antep'i.
çünkü onu düşünmeğe alıştırmadılar.
yaşadı toprakta bir tarla sıçanı gibi,
korkaktı da bir tarla sıçanı kadar.

siperi bir gül fidanıydı onun,
gül fidanı dibinde yatıyordu ki yüzükoyun
ak bir taşın ardından
kara bir yılan
çıkardı kafasını.
derisiışıl ışıl,
gözleri ateşten al,
dili çataldı.
birden bir kurşun gelip
kafasını aldı.
hayvan devrildi kaldı.

karayılan
karayılan olmazdan önce
kara yılanın encâmını görünce
haykırdı avaz avaz
ömrünün ilk düşüncesini .
«ibret al, deli gönlüm,
demir sandıkta saklansan bulur seni,
ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm.»

ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
bir tarla sıçanı kadar korkak olan,
fırlayıp atlayınca ileri
bir dehşet aldı anteplileri,
seğirttiler peşince.
düşmanı tepelerde yediler.
ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
bir tarla sıçanı kadar korkak olana :
karayilan dediler.

«karayılan der ki : harbe oturak,
kilis yollarından kelle getirek,
nerde düşman varsa orda bitirek,
vurun ha yiğitler namus günüdür...»

ve biz de bunu böylece duyduk
ve çetesinin başında yıllarca nâmı yürüyen
karayılan'ı
ve anteplileri
ve antep'i
aynen duyup işittiğimiz gibi
destânımızın birinci bâbına koyduk.





ikinci bap


yıl yine 1919
ve
istanbul'un hâli
ve
erzurum ve sivas kongreleri
ve
kambur kerim'in hikâyesi



biz ki istanbul şehriyiz,
seferberliği görmüşüz :
kafkas, galiçya, çanakkale, filistin,
vagon ticareti, tifüs ve ispanyol nezlesi
bir de ittihatçılar,
bir de uzun konçlu alman çizmesi
914'ten 18'e kadar
yedi bitirdi bizi.
mücevher gibi uzak ve erişilmezdi şeker
erimiş altın pahasında gazyağı
ve namuslu, çalışkan, fakir istanbullular
sidiklerini yaktılar 5 numara lâmbalarında.
yedikleri mısır koçanıydı ve arpa
ve süpürge tohumu
ve çöp gibi kaldı çocukların boynu.
ve lâkin tarabya'da, pötişan'da ve ada'da kulüp'te
aktı ren şarapları su gibi
ve şekerin sahibi
kapladı miloviç'in yorganına 1000 liralıkları.
miloviç de beyaz at gibi bir karı.
bir de sakalı halife'nin,
bir de vilhelm'in bıyıkları.

biz ki istanbul şehriyiz,
güzelizdir,
dört yanımız mavi mavi dağdır, denizdir.
öfkeli, büyük bir şair :
«ey bin kocadan arta kalan bilmem neyi bakir»
demiş
bize
ve bir başkası,
yekpare acem mülkünü fedâ etti bir sengimize.

biz ki istanbul şehriyiz,
işte, arzederiz halimizi
türk halkının yüce katına.
mevsim yazdır,
919'dur.
ve teşrinlerinde geçen yılın
dört düvele teslim ettiler bizi,
gözü kanlı dört düvele
anadan doğma çırılçıplak.
ve kurumuştu
ve kan içindeydi memelerimiz.

biz ki istanbul şehriyiz,
fransız, ingiliz, italyan, amerikan
bir de yunan,
bir de zavallı afrika zencileri
yer bitirir bizi bir yandan,
bir yandan da kendi köpek döllerimiz :
vahdettin sultan,
ve damadı ferit
ve ingiliz muhipleri
ve mandacılar.

biz ki istanbul şehriyiz,
yüce türk halkı,
malûmun olsun çektiğimiz acılar...

919 temmuzunun 23'üncü günü
pek mütevazı bir mektep salonunda
in'ikad etti erzurum kongresi.

erzurum'un kışı zorludur balam,
tandırında tezek yakar erzurum,
buz tutar yiğitlerinin bıyığı
ve geceleyin karlı ovada
kaskatı katılaşmış, donmuş görürsün karanlığı.

erzurum'da kavaklar, balam,
erzurum'da kavaklar tane tane,
kavaklarda tane tane yapraklar.
ve terden ve toz dumandan ve sinekten geçilmez
erzurum'da yaz gelip de bastı mıydı sıcaklar.

erzurum'un düzdür, topraktır damı.
erzurum güzelleri giyer, balam,
incecik ak yünden ehramı.
yürek boynun büker, balam,
erzurumlu türkülere.
halim selimdir erzurum'un adamı
ve lâkin dönmesin gözü bir kere!...

erzurum'da on dört gün sürdü kongre :
orda, mazlum milletlerden bahsedildi
bütün mazlum milletlerden
ve emperyalizme karşı dövüşlerinden onların.

orda, bir şûrayı millî'den bahsedildi,
iradeimilliyeye müstenit bir şûrayı millî'den.
buna rağmen,
«âsi gelmiyelim» diyenler vardı,
«makamı hilâfet ve saltanata.»
hattâ casuslar vardı içerde.

buna rağmen,
«bütün aksâmı vatan bir küldür» denildi.
«kabul olunmaz,» denildi,
«manda ve himaye...»

buna rağmen,
istanbul'da birçok hanımlar, beyler, paşalar,
türk halkından kesmişlerdi umudu.
yağdırıldı telgraflar erzurum'a:
«amerikan mandası altına girelim,» diye.
«istiklâl, diyorlardı, şâyanı arzu ve tercihtir, amma
bugün bu, diyorlardı, mümkün değil,
birkaç vilâyet, diyorlardı, kalacak elde,
şu halde, diyorlardı, şu halde,
memâlikiosmaniye'nincümlesine şâmil
amerikan mandaterliğini talep etmeği
memleketimiz için en nâfi
bir şekli hal kabul ediyoruz.»

fakat bu şekli halli kabul etmedi erzurumlu.
erzurum'un kışı zorludur balam,
buz tutar yiğitlerin bıyığı.
erzurum'da kaskatı, dimdik ölür adam,
kabullenmez yılgınlığı...

istanbul'da hanımlar, beyler, paşalar,
tül perdeler, kravatlar, apoletler, şişeler,
çıtı pıtı dilleri ve pamuk gibi elleri
ve biçare telgraf telleri
devretmek için amerika'yaanadolu'yu
şöyle diyorlardı erzurum'dakilere :
«bizi bir başımıza bıraksalar,
tarafgirlik, cehalet
ve çok konuşmaktan başka müspet
bir hayat kuramayız.
işte bu yüzden amerikaçok işimize geliyor.
filipin gibi vahşi bir memleketi adam etti amerika.
ne olacak,
biz de on beş, yirmi sene zahmet çekeriz,
sonra yeni dünya'nın sayesinde
istiklâli kafasında ve cebinde taşıyan
bir türkiye vücuda geliverir.
amerika, içine girdiği memleket ve millet hayrına
nasıl bir idare kurduğunu
avrupa'ya göstermek ister.
hem artık işi uzatmağa gelmez.
çok tehlikeli anlar yaşıyoruz.
sergüzeşt ve cidâl devri geçmiştir :
türkiye'yi, geniş kafalı birkaç kişi belki kurtarabilir.»

4 eylül 919'da toplandı sıvas kongresi,
ve 8 eylülde
kongrede bu sefer
yine ortaya çıktı amerikan mandası.
ak koyunla kara koyunun
geçitte belli olduğu günlerdi o günler.
veistanbul'dan gelen bazı zevat,
sapsarı yılgınlıklarıyla beraber
ve ihanetleriyle birlikte
bir de amerikan gazeteci getirmiştiler.
veerzurumlulardan ve sıvaslılardan ve türk milletinden çok
işbu mister bravn'a güveniyorlardı.
bu zevata :
«istiklâlimizi kaybetmek istemiyoruz efendiler!»
denildi.
fakat ayak diredi efendiler :
«mandanın, istiklâli ihlâl etmiyeceği muhakkak iken,»
dediler,
«herhalde bir müzâherete muhtacız diyorum ben,»
dediler,
«hem zaten,»
dediler,
«birbirine mani şeyler değildir
istiklâl ile manda.
ve esasen,»
dediler,
«müstakil kalamayız böyle bir zamanda.
memleket harap,
toprak çorak,
borcumuz 500 milyon,
vâridat ise 15 milyon ancak.
veallah muhafaza buyursun
izmir kalsa yunanistan'da
ve harbetsek,
düşmanımız vapurla asker getirir.
bizerzurum'dan hangi şimendiferle nakliyat yapabiliriz?
mandayı kabul etmeliyiz, hemen,»
dediler.
«onlar dretnot yapıyor,
biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz.
hem, istanbul'daki amerikan dostlarımız :
mandamız korkunç değildir,
diyorlar,
cemiyeti akvam nizamnamesine dahildir,
diyorlar.»

ve böylece, bin dereden su getirdi istanbul'dan gelen zevat.
sıvas, mandayı kabul etmedi fakat,
«hey gidi deli gönlüm,»
dedi,
«akıllı, umutlu, sabırlı deli gönlüm,
ya istiklal, ya ölüm!»
dedi.

kambur kerim de böyle dedi aynen.
adapazarlıydı kambur kerim.
seferberlikteölen babası marangozdu.
seferberlik denince aklına kerim'in :
çok beyaz bir yastıkta kara sakallı bir ölü yüzü,
fahri bey çiftliğinde patates toplayıp
kaz gütmek,
mektep kitapları
ve bir de saçları altın gibi sarı
fakat alnı çizgiler içinde anası gelir.
335'te kerim eskişehir'e gitti,
mektebe, teyzelerine ve dayısına.
dayısışimendiferde makinistti.
düşman elindeydi eskişehir.
kerim on dört yaşındaydı,
kamburu yoktu.
dümdüzdü fidan gibi
ve dünyaya meraklı bir çocuktu.
dayısı sürmeğe gittiği günler şimendiferi
kerim'e ekmek vermediğinden teyzeleri
(çok uzun saçlı, ihtiyar iki kadın)
hintli askerlerle dost oldu kerim.
bunlar
(şaşılacak şey)
türkçe bilmeyen
ve siyah sakalları, siyah gözleri parlak,
avuçlarının üstü esmer, içi ak
ve tel örgülerin üzerinden
kerim'e bisküviti kutularla atan amcalardı.
kocaman bir ambarları vardı,
kerim içinde oynardı.
ambarda nohut çuvalları, bakla, kuru üzüm,
(şaşılacak şey,
katırların yemesi için)
ve sonra cephane sandıklarıyla silahlar.
bir gün dedi ki makinist dayısı kerim'e :
«ambardan silâh çalıp bana getir,
gâvura karşı koyan zeybeklere göndereceğim.»
ve ambardan silâh çaldı kerim :
bir
bir tane daha
beş
on.
aldattıhindistanlı dostlarını
zeybekleri daha çok sevdiğinden.
zatençok sürmedi, parlak kara sakallı amcalar gitti,
kerim geçirdi onları istasyona kadar.
ertesi gün lefke köprüsünü atıp
zeybekler gelince eskişehir'e
dayısı kerim'i elinden tutup
verdi onlara.
ve işte o günden sonra
bugüne kadar
kahraman bir türküdür ömrü kerim'in.
eskişehir'den alıp onu
«kocaeli grubu» paşasına götürdüler.
çatık kaşlı, yüzü gülmez bir paşaydı bu.

çabucaköğrendi kerim ata binmeyi,
sığırtmaç olmayı
-zaten bilgisi vardı bunda-
kayalardan genç bir keçi gibi inmeyi,
gizlenmeyi ormanda.
ve bütün bu marifetleriyle kerim
kaç kere ölüme bir kurşun atımı yaklaşarak
ve «geçmiş olsun» dedikleri zaman şaşarak
düşman içinden geçip getirdi haber
götürdü haber.
onu namlı bir «kaptan» gibi saydı çeteler,
bir oyun arkadaşı gibi sevdi çeteleri o.
ve bir fidan gibi düz
bir fidan gibi cesur
bir fidan gibi vaadeden bir çocuğun
sevinçle oynadığı bu müthiş oyun
sürdü 1337'ye kadar...

kocaeli ormanı gürgen ve meşeliktir :
yüksek
kalın.
gökyüzü gözükmez.
durgun bir geceydi.
hafif yağmur yağmıştı biraz önce.
fakatıslanmamış ki yerde yapraklar
karanlıkta hışırtılarla yürüyordu beygiri kerim'in.
solda
ilerde
tepenin eteğinde ateş yanıyordu :
«tekneciler» diye anılan
gâvur çetelerinin olmalı.
dallardan damlalar düşüyordu kerim'in yüzüne.
beygirin başı gittikçe daha çok karanlığa giriyor.
ipsiz recep'in yanından dönüyordu kerim.
kâatlar götürmüş
kâatlar getiriyor.
birdenbire durdu beygir,
heykel gibi,
-tekneciler'in ateşini görmüş olacak-
sonra birdenbire dörtnala kalktı.
şaşırdı kerim.
dizginleri bıraktı.
sarıldı beygirin boynuna.
deli gibi gidiyordu hayvan.
çocuğa art arda çarpıyordu ağaçlar.
meşeleri ve gürgenleriyle orman
karanlık bir rüzgâr gibi geçiyor iki yandan.
kim bilir kaç saat böyle gidildi.
orman bitti birdenbire.
-ay doğmuş olacak ki ortalık aydınlıktı-
ve kerim aynı hızla geldiği zaman
armaşa'nın altında başdeğirmenler'e
beygir ansızın kapaklandı yere,
tekerlendi kerim.
doğruldu.
ve aklına ilk gelen şey
saatına bakmak oldu.
kırılmıştı camı.
bindi beygire tekrar.
hayvan topallıyordu biraz.
usluuslu yola koyuldular.
sol kulağı kanıyordu kerim'in,
kirezce'ye geldiler
(sapanca'ylaarifiyearası),
kerim durdu,
biraz zor nefes alıyordu.
geyve'ye girdi ertesi akşam.
beli o kadar ağrıyordu ki
inemedi beygirden
indirdiler.
kerim'i bir yaylıya bindirdiler.
adapazarı.
sonra belki on gün, belki on beş,
kağnılar, mekkâre arabaları,
sonra, gitgide daralan nefesi,
yahşıhan,
konya,
sile nahiyesi
(burda malûl gaziler için
takma kol ve bacak yapılıyordu),
ve nihayet hatçehan köyünden çıkıkçı şerif usta.
hâlâ rüyalarında görür kerim
incecik bir yoldan eşekle gelip
üzerine doğru eğilen
bu çiçekbozuğu insan yüzünü.
usta, ovdu kerim'i bayıltıncaya kadar.
sonra, zifte koydu bu kırılmış dal gibi çocuk gövdesini.
yirmi gün geçti aradan.
ve sonra bir ikindi vakti ziftin içinden
kerim'i kambur çıkardılar.




üçüncü bap


yıl 1920
ve
arhaveliismail'in hikâyesi



ateşi ve ihaneti gördük.

düşman ordusu yine başladı yürümeğe.
akhisar, karacabey,
bursa ve bursa'nın doğusunda aksu,
çarpışarak çekildik...
920'nin
29 ağustos'u :
uşak düştü.
yaralı
ve dehşetli kızgın
fakat toprağımızdan emin,
dumlupınar sırtlarındayız.
nazilli düştü.

ateşi ve ihaneti gördük.
dayandık
dayanmaktayız.

1920 şubat, nisan, mayıs,
bolu, düzce, geyve, adapazarı:
içimizde hilâfet ordusu,
anzavur isyanları.
ve aynı sıradan,
3 ekim konya.
sabah.
500 asker kaçağı ve yeşil bayrağıyla delibaş
girdi şehre.
alaeddin tepesinde üç gün üç gece hüküm sürdüler.
vemanavgat istikametlerinde kaçıp
ölümlerine giderken
terkilerinde kesilmiş kafalar götürdüler.

ve 29 aralık kütahya :
4 top
ve 1800 atlı bir ihanet
yani çerkezethem,
bir gece vakti
kilim ve halı yüklü katırları,
koyun ve sığır sürülerini önüne katıp
düşmana geçti.
yürekleri karanlık,
kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü,
atları ve kendileri semizdiler...

ateşi ve ihaneti gördük.
ruhumuz fırtınalı, etimiz mütehammil.
sevgisiz ve ihtirassız çıplak devler değil,
inanılmaz zaafları, korkunç kuvvetleriyle,
silâhları ve beygirleriyle insanlardı dayanan.
beygirlerçirkindiler,
bakımsızdılar,
hasta bir fundalıktan yüksek değillerdi.
fakat bozkırda kişneyip köpürmeden
sabırlı ve doludizgin koşmasını biliyorlardı.
insanlar uzun asker kaputluydu,
yalnayaktı insanlar.
insanların başında kalpak,
yüreklerinde keder,
yüreklerinde müthiş bir ümit vardı.
insanlar devrilmişti, kedersiz ve ümitsizdiler.
insanlar, etlerinde kurşun yaralarıyla
köy odalarında unutulmuştular.
ve orda sargı,
deri
ve asker postalları halinde
yan yana, sırtüstü yatıyorlardı.
koparılmış gibiydi parmakları saplandığı yerden
eğrilip bükülmüştü
ve avuçlarında toprak ve kan vardı.

ve asker kaçakları,
korkuları, mavzerleri, çıplak, ölü ayaklarıyla
karanlıkta köylerin içinden geçiyorlardı.
acıkmıştılar,
merhametsizdiler,
bedbahttılar.
şoseninıssız beyazlığına inip
nal sesleri ve yıldızlarla gelen atlıyı çeviriyor
ve bolu dağında ekmek bulamadıkları için
deviriyorlardı uçurumlara :
şayak, cıgara kâadı, tuz ve sabun yüklü yaylıları.

veçok uzak,
çok uzaklardaki istanbul limanında,
gecenin bu geç vakitlerinde,
kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz takaları :
hürriyet ve ümit,
su ve rüzgârdılar.
onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar.
tekneleri kestane ağacındandı,
üç tondan on tona kadardılar
ve lâkin yelkenlerinin altında
fındık ve tütün getirip
şeker ve zeytinyağı götürürlerdi.
şimdi, büyük sırlarını götürüyorlardı.
şimdi, denizde bir insan sesinin
ve demirli şileplerin kederlerini
ve kabataş açıklarında sallanan
saman kayıklarının fenerlerini
peşlerinde bırakıp
ve karanlık suda amerikan taretlerinin önünden akıp
küçük,
kurnaz
ve mağrur
gidiyorlardı karadeniz'e.
dümende ve başaltlarında insanları vardı ki
bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...

karanlıkta kurşuni derisi kırmızıya boyanan
baltabaş gemi
ingiliz torpitosudur.
ve dalgaların üstünde sallanarak
alev alev
yanan :
şaban reisin beş tonluk takası.

kerempe fenerinin yirmi mil açığında,
gecenin karanlığında,
dalgalar minare boyundaydılar
ve başları bembeyaz parçalanıp dağılıyordu.
rüzgar :
yıldız - poyraz.
esirlerini bordasına alıp
kayboldu ingiliz torpitosu.
şaban reisin teknesi
ateşten direğiyle gömüldü suya.

arheveli ismail
bu ölen teknedendi.
veşimdi
kerempe fenerinin açığında,
batan teknenin kayığında
emanetiyle tek başınadır,
fakat yalnız değil :
rüzgârın,
bulutların
ve dalgaların kalabalığı,
ismail'in etrafında hep bir ağızdan konuşuyordu.

arheveli ismail
kendi kendine sordu :
«emanetimizle varabilecek miyiz?»
kendine cevap verdi :
«varmamış olmaz.»

gece, tophane rıhtımında
kamacı ustası bekir usta ona :
«evlâdım ismail,» dedi,
«hiç kimseye değil,» dedi,
«bu, sana emanettir.»

ve kerempe fenerinde
düşman projektörü dolaşınca takanın yelkenlerinde,
ismail, reisinden izin isteyip,
«şaban reis,» deyip,
«emaneti yerine götürmeliyiz,» deyip
atladı takanın patalyasına,
açıldı.

«allah büyük
ama kayık küçük» demiş yahudi.
ismail bodoslamadan bir sağnak yedi,
bir sağnak daha,
peşinden üç-kardeşler.
ve denizi bıçak atmak kadar iyi bilmeseydi eğer
alabora olacaktı.

rüzgâr tam kerte yıldıza dönüyor.
ta karşıda bir kırmızı damla ışık görünüyor :
sıvastopol'a giden bir geminin
sancak feneri.

elleri kanayarak
çekiyor ismail kürekleri.
ismail rahattır.
kavgadan
ve emanetinden başka her şeyin haricinde,
ismail unsurunun içinde.
emanet :
bir ağır makinalı tüfektir.
veismail'in gözü tutmazsa liman reislerini
ta ankara'ya kadar gidip
onu kendi eliyle teslim edecektir.

rüzgâr bocalıyor.
belki karayel gösterecek.
en azdan on beş mil uzaktır en yakın sahil.
fakat ismail
ellerine güvenir.
o eller ekmeği, küreklerin sapını, dümenin yekesini
ve kemeraltı'ndafotika'nınmemesini
aynı emniyetle tutarlar.

rüzgâr karayel göstermedi.
yüz kerte birden atlayıp rüzgâr
bir anda bütün ipleri bıçakla kesilmiş gibi
düştü.

ismail beklemiyordu bunu.
dalgalar bir müddet daha
yuvarlandılar teknenin altında
sonra deniz dümdüz
ve simsiyah
durdu.
ismail şaşırıp bıraktı kürekleri.
ne korkunçtur düşmek kavganın haricine.
birürperme geldi ismail'iniçine.
ve bir balık gibi ürkerek,
bir sandal
bir çift kürek
ve durgun
ölü bir deniz şeklinde gördü yalnızlığı.
ve birdenbire
öyle kahrolup duydu ki insansızlığı
yıldı elleri,
yüklendi küreklere,
kırıldı kürekler.

sular tekneyi açığa sürüklüyor.
artık hiçbir şey mümkün değil.
kaldıölü bir denizin ortasında
kanayan elleri ve emanetiyle ismail.
ilkönce küfretti.
sonra, «elham» okumak geldi içinden.
sonra, güldü,
eğilip okşadı mübarek emaneti.
sonra...
sonra, malûm olmadı insanlara
arhaveliismail'inâkıbeti...





dördüncü bap


nurettineşfak'in bir mektubu
ve
bir şiiri



kardeşim,
sana bu mektubu ankara'da kuyulu kahvede yazıyorum.
hep aynı anadolu havalarını çalıyor gramofon
kocaman bir boru çiçeğine benzeyen ağzıyla,
dışarda yağmur...
mektepten istifa ettim.
cepheye gidiyorum ihtiyat zabitliğiyle.
çocuklarımıza türkçe okutmak,
öğretmek, sevdirmek onlara
dünyanın en diri, en taze dillerinden birini,
kendi dillerini,
güzel şey,
büyük şey.
fakat bu dilin insanları için çakmak çalmak cephede
daha büyük
daha güzel.

biliyorum :
iş bölümünden bahsedeceksin.
fakat, ankara'daçocuklara ders vermek,
bozkırda ateş hattına girmek
haksız ve hazin
bir iş bölümü.
öyle günlerde yaşıyoruz ki
ben bir iş yapabildim diyebilmek için :
hep alnının ortasında duyacaksın ölümü.

bak, tam sana bunları yazarken
asker geçiyor sokaktan ;
yağmurda harap postallarının meşinini ıslatarak
meclis'in önüne doğru iniyorlar,
istasyona gidecekler.
ve türkü söylerken, her nedense her zaman yaptığı gibi,
sesini incelterek marş okuyor genç türk köylüsü :
«ankara'nın taşına bak,
gözlerimin yaşına bak...»

yüzleri mühim, dalgın ve yorgun.
tıraşları uzamış biraz.
elleri büyük ve esmer.
elâ gözlüler, kara gözlüler, mavi gözlüler.

yine birdenbire yunus emre geldi aklıma.
başka türlü anlıyorum ben yunus'u :
bence onda bütün bir devir dile gelmiş türk köylüsü :
öte dünyaya dair değil,
bu dünyaya dair kaygılarıyla...

birşiir yazdım,
garip bir şiir,
«türk köylüsü» diye.
bir tuhaf mı oluyor böyle günlerde şiir yazmak?
her ne hâl ise, hoşça kal, gözlerinden öperim.


kardeşin
nurettineşfak






türk köylüsü

topraktan öğrenip
kitapsız bilendir.
hoca nasreddin gibi ağlayan
bayburtlu zihni gibi gülendir.
ferhad'dır
kerem'dir
ve keloğlan'dır.
yol görünür onun garip serine,
analar, babalar umudu keser,
kahbe felek ona eder oyunu.
çarşambayı sel alır,
bir yâr sever
el alır,
kanadı kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu.
o, «yûnusû biçâredir
baştan ayağa yâredir»,
ağu içer su yerine.
fakat bir kerre bir derdanlayan düşmeyegörsünönlerine
ve bir kerrevakterişip
«-gayrık yeter!...»
demesinler.
bunu bir dediler mi,
«isrâfil sûrunu urur,
mahlûkat yerinden durur»,
toprağın nabzı başlar
onun nabızlarında atmağa.
ne kendi nefsini korur,
ne düşmanı kayırır,
«dağları yırtıp ayırır,
kayaları kesip yol eyler âbıhayat akıtmağa...»





beşinci bap


920'nin 16 martı
ve
manastırlı hamdi efendi
ve
reşadiyeli veli oğlu memet'in hikâyesi




«bu hamiyetli ve cesur, manastırlı hamdi efendi olmasaydı, istanbul felâketinden kim bilir haber almak için ne kadar intizarlar içinde kalacaktık. istanbul'da bulunan nâzır, mebus, kumandan, teşkilâtımız mensupları içinden bir zat çıkıp vaktiyle bize haber vermeği düşünmemiş olduğu anlaşılıyor. demek ki cümlesini heyecan ve helecan kaplamıştı. bir ucu ankara'da bulunan telin istanbul'da bulunan ucuna yanaşamayacak kadar şaşkın bir hale gelmiş olduklarına bilmem ki hükmetmek caiz olur mu?»

(nutuk, s. 295, devlet basımevi, istanbul 1938)




920'nin 16 martı.
öğleden evvel
saat onda
makina başında şöyle bir telgraf aldı ankara'daki :

«der-aliye 16/3/1920.
ingilizler bastı bu sabah
şehzadebaşı'ndakimuzikakarakolunu.
müsademe edildi.
işgal altına alıyorlar istanbul'uşimdi.
berâyi malûmat arzolunur.
manastırlıhamdi

920'nin 16 martı.
harbiye nezareti telgrafhanesi buldu ankara'yı :
«etrafta dolaşıyor ingiliz askerleri.
şimdi işte
ingiliz askerleri giriyorlar nezarete.
işte giriyorlar içeri.
nizamiye kapısına.
teli kes.
ingilizlerburdadır

920'nin 16 martı.
manastırlıhamdi efendi
buldu ankara'dakini tekrar :

«paşa hazretleri,
harbiye telgrafhanesini de işgal etti ingiliz bahriye askeri
tophane'yi de işgal ediyorlar bir taraftan,
bir taraftan da zırhlılardan asker ihraç olunuyor.
vaziyetvehametkesbediyor efendim.
paşa hazretleri,
emri devletlerine muntazırım.

16 mart 1920
hamdi»


920'nin 16 martı.
durumu bir daha tekrar etti hamdiefendi :

«sabah bizim asker uykuda iken
ingiliz bahriye efradı karakolu işgal etmekte iken
askerlerimiz uykudan şaşkın kalkınca müsademe başlıyor.
neticede bizden altı şehit, on beş mecruh olup
ingilizler zırhlıları rıhtıma yanaştırıp
beyoğlu ve tophane'yi işgal edip.
iştebeyoğlu telgrafhanesi de yok.
iştebeyoğlu telgraf memurları geldiler.
kovmuşlar.
burası da işgal olunacaktır bir saatakadar.
şimdi haber aldım efendim.»

920'nin 16 martı
uykuda kesti kâfir üçümüzü,
kurşuna dizdi kâfir ikimizi.
ingiliz'in hepsi değil domuzu
sabaha karşı aldı canımızı.

920'nin 16 martı
basıldı vezneciler'de karargâh.
uyan be tosunum uyan.
üçümüzü uykuda kesti kâfir,
üçümüz : abdullahçavuş, şarkışla'danosman,
bir de zileliabdülkadir.

920'nin 16 martı
bozdoğan kemeri'nde
kurşuna dizdi kâfir ikimizi.
ahmet oğlu nasuh arkadaşımın adı,
reşadiyeli veli oğlu memet benimkisi.

920'nin 16 martı
uykuda kesti kâfir üçümüzü.
soktuosman'ın karnına kasaturayı,
bastı göğsüne kâfirin dizi.
dörtçocuk babasıydı abdullahçavuş.
doymadı dünyasına abdülkadir.
üçümüzü uykuda kesti kâfir,
kurşuna dizdi ikimizi.

920'nin 16 mart sabahı,
karakolun karşısında
bırakmadım elimden silâhı,
yere serdim iki ingiliz'i.
senin ırzını kurtardım istanbul'um,
sana can feda çakır gözlü gülüm.

üçümüzü uykuda kesti kâfir,
kurşuna dizdi ikimizi.
şimdiüçümüz :
abdullah ve osman ve abdülkadir,
taşları yan yana yatar eyüp'te.
arama, bulamazsın ikimizin kabrini,
belki maşrıkta, belki mağripte,
biz de bilemeyiz yerini.


uykuda kestiler üçümüzü,
kurşuna dizdiler ikimizi,
ahmet oğlu nasuh arkadaşımın adı,
reşadiyeli veli oğlu memet benimkisi.
bir de altıncımız var,
kara kaytan bıyıklı bir şehit,
son mekânı şöyle dursun,
adını da bilen yok...






altıncı bap


muharebeler
ve
düşman elinde kalanlar
ve
kartallı kâzım'ın hikâyesi



inönü meydanı, yavrum,
rüzgâr,
soğuklar insanı arı gibi haşlıyor.
zemheriler bitti diyelim,
hamsin ya başladı, ya başlıyor.
muharebe beş gün beş gece sürdü.
kan gövdeyi götürdü.
ve nihayetinde
düşmanlar karın üstünde
top arabaları, sandıklar dolusu konyak,
altı kamyon bıraktılar.
sonra, kaçarlarken, yavrum,
köyleri, köprüleri yaktılar...

bu, birinci inönü,
sonra ikincisi :
23 mart 1921 günü
düşmanın bursa ve uşak grupları üstümüze yürüyor.
onlarda, topçu ve piyade
bizden üç kere fazla,
bizim atlımız çok.
atların mekanizması,
hartucu,
namlusu yoktur
ve kılıç
çıplak, ucuz bir demirdir.
26 mart :
akşam.
sağ cenah ilerimize yanaştılar.
27 mart :
bütün cephelerde temas.
28, 29, 30 :
kavgaya devam.
ve martın 31'inci gecesinde,
(ayışığı var mıydı bilmiyorum)
inönü karanlığı sesler ve kıvılcımlarla doluydu.
ve ertesi gün
1 nisan :
metristepe aydınlanıyor.
saat altı otuz.
bozöyük yanıyor.
düşman muharebe meydanını silâhlarımıza terketmiştir.

sonra, 8 nisandan 11 nisana kadar :
dumlupınar.

sonra, haziran.
bir yaz gecesi.
dünyada yalnız pırıltılar
ve böceklerin sesi.
sakarya'yıüç yerinden sallarla geçiyoruz.
basarak aldık
adapazarı'nı.
ve dolaşıp sapanca gölü'nün sazlıklarını
yanaştık izmit'in doğusunda çuha fabrikasına.
düşman,
kısmen gemilere binerek
denizden
ve kısmen
karamürselüzerinden
bursa'yaçekilip
boşalttı izmitşehrini gece yarısı.

sonra 23 ağustos :
sakaryamelhameikübrâsı ki
devamı 13 eylül gününe kadardır.
bizim kırk bin piyademiz,
dört bin beş yüz atlımız,
düşmanın seksen sekiz bin piyadesi,
üç yüz topu vardır.
harp meydanının kuzey yanı
sakarya
ve dağlardır :
keskin
ve dik yamaçlarıyla
ve kireçli toprakları
ve kayalarında tek başlarına birbirinden uzak
haşin
ve münzevi çam ağaçlarıyla
abdülselâm-dağı,
gökler-dağı,
dağlar.

vesakarya'dan bu havalide
yalnız, çatal tırnaklı karacalar su içmektedir.
ankara suyunun döküldüğü yerden
eskişehir kuzeybatısına kadar
sakarya mecrası uçurumlar içinden geçmektedir.
güneyde
ve güneydoğuda
yapraksız ve hazin
geniş ve uzun
ve insana bıraktığı hiçbir şeye acımadan
ölmek arzusu veren
cihanbeyli ovası :
çöl...
buçölün,
bu dağların,
bu nehrin ve bizim önümüzde
yirmi iki gün ve gece fasılasız dövüşüp
düşman ordusu ric'ata mecbur kaldı.

buna rağmen :
sene 1922
ve 15 vilâyet ve sancak
ve 9 büyük şehir
düşman elindedir.
inanılmazşeyler düşmandadır ki
bunların arasında :
7 göl, 11 nehir
ve köklerinde baltamızın yarası
ve yangınlarıyla bizim olan
yüz kere yüz bin dönüm orman,
bir tersane, iki silâh fabrikası,
ve 19 körfez ve liman ki
belki birçoğunun
rıhtımı,
mendireği,
kırmızı, yeşil fenerleri yoktur
ve belki sularında
ateş kayıklarının ışıltısından başka ışık yanmadı,
fakat onlar
tahta iskeleleri ve kederli balıkçılarıyla bizimdiler.
sonra, 3 deniz,
6 kol tren hattı,
sonra, göz alabildiğine yol :
sılaya gittiğimiz,
gurbette göründüğümüz
ve neden
ve niçin olduğunu sormadan
çöle, çanakkale'ye,
ölüme gittiğimiz yol
ve sonra toprak
ve o toprağın insanları :
uşak tezgâhlarının halı dokuyanları,
klaptan işlemeli eğerleriyle meşhur
manisa'lı saraçlar,
yol kıyılarında ve istasyonlarda açlar
ve kurnaz
ve cesur
ve ağırbaşlı ve çapkın
ve kütleleriyle delikanlı
istanbul ve izmir işçileri
ve zahire ve kantariye tâcirleriyle eşraf ve âyân,
kıl çadırlı yürükleri aydın'ın,
ve sonra, ırgat,
ortakçı,
maraba,
davarlı ve davarsız,
yarım meşin çizmeli
ve ham çarıklı köylüler.
15 vilâyet ve sancak
ve 9 büyük şehir
düşman elindedir.

mehtaplı bir gece,
gümüş bir kutunun içindesin :
ortalık öyle bir tuhaf aydınlık, öyle ıssız.
yaçok seslidir
ya hiç ses vermez mehtaplı gece zaten.

yatıyor filintasının arkasında kartallı kâzım.
kız gibi osmanlı filintası.
parlıyor arpacık
namlının ucunda :
yüz yıllık yoldaymış gibi uzak
ve bir damlacık.

kâzım emir aldı merkezden :
gebze'dekiingiliz'intercümanı vurulacak.
köylerde teşkilât kurmuş tercüman mansur:
satıyor bizimkileri.

kâzım iyi hesaplamış herifin geçeceği yeri.
işte sökün etti mansurkarşıdan :
beygirin üzerinde.
beygir yüksek,
ingiliz kadanası.
kendi halinde yürüyor hayvan
ortasında demiryolunun
sallana sallana,
ağır ağır.
tercüman herhalde bırakmış dizginleri,
başı sallanıyor,
belki de uyuyor üzerinde beygirin.

yaklaştıkça büyüyor herif.
zaten mehtapta heybetli görünür insan.

arada kaldı kalmadı dört yüz adım,
namlıyı kaldırdı birazcık kâzım,
nişan aldı sallanan başına mansur'un.
soldaki yamaçtan bir taş parçası düştü.
bir kuş uçtu sağdaki ağaçtan,
-ağaç çınar-.
kuşürkmüş olacak.
çevrildikâzım'ın başı kuşun uçtuğu yana,
mehtapla yüz yüze geldiler.
mehtap koskocaman,
desdeğirmi,
bembeyaz.
vekâzım'ın gözünü aldı âdeta.
zaten bu yüzden,
tekrar göz, gez, arpacık
ve filintayı ateşlediği zaman
ilk kurşun mansur'un başını delecek yerde
galiba omuzuna girdi.
herif«hınk» dedi bir,
beygirin başını çevirdi
dörtnal kaçıyor.
yetiştirdi ikinci kurşunu kâzım.
beygirinüstünde sola yıkıldı mansur.
üçüncü kurşun.
tercüman düştü beygirden.
fakat bir ayağı üzengiye takılı kalmış,
sürüklendi kaçan hayvanın peşinde biraz,
sonra kurtuldu ki ayağı
yıkılıp kaldı olduğu yerde.
yamaca sardı beygir.
kalktı kâzım,
yürüdü mansur'a doğru,
üzerinden kâatları alacak.
arada dört telgraf direği yalnız,
ellişerden iki yüz metre eder.
mansur doğruldu ansızın,
kaçıyor bayır aşağı.
filintayı omuzladı kâzım.
dördüncü kurşun.
yıkıldı herif.
koştu kâzım.
doğruldu yine mansur.
yürüyor sarhoş gibi sallanarak,
kaçmıyor artık,
yürüyor.
kâzım da bıraktı koşmayı.
deniz kıyısına indiler.
orda boş bir fabrika var,
bir de beyaz bir ev,
tahta iskelesi iner denizin içine kadar.
mansur suya giriyor,
kâatlarıslanacak.
beşinci kurşunu yaktı kâzım.
suya düşüp kaldı önde giden
ve kâzım tazelerken şarjörü
bir ışık yandı beyaz evde,
bir pencere açıldı.
galiba bir kadın baktı dışarıya..
boğazlanıyormuş gibi bağırdı mansur.
pencere kapandı,
ışık söndü.
tercüman attı kendini tahta iskeleye.
art ayakları kırılmış bir hayvan gibi sürünüp tırmanıyor.
hay anasını,
ay da denize düşmüş
toplanıp dağılıyor,
dağılıp toplanıyor.
velhasıl,
lâfı uzatmıyalım,
mansur'un işini bıçakla bitirdi kâzım.
kâatlar kan içindeydi.
fakat kan kapatmıyor yazıyı...

namussuzun biriydi mansur,
muhakkak.
düşmana satılmıştı,
orası öyle.
kaç kişinin başını yedi,
malûm.
ama ne de olsa
mehtapta herif beygirin üzerinde uyumuş geliyordu.
demek istediğim,
böyle günlerde bile, böyle bir adamı bile bu çeşit öldürüp
ortalık duruldukta, yıllarca sonra mehtaba baktığın vakit
üzüntü çekmemek için,
ya insanlarda yürek dediğin taştan olacak,
yahut da dehşetli namuslu olacak yüreğin,
kâzım'ınki taştan değildi çok şükür,
fakat namuslu.
ne malûm? dersen :
dövüştü pir aşkına,
yaralandı birkaç kere
ve saire.
ve kavga bittiği zaman
ne çiftlik sahibi oldu, ne apartıman.
kavgadanönce kartal'da bahçıvandı,
kavgadan sonra kartal'da bahçıvan...





yedinci bap


922 ağustos ayı
ve
kadınlarımız
ve
6 ağustos emri
ve
bir âletle bir insanın hikâyesi



ayın altında kağnılar gidiyordu.
kağnılar gidiyordu akşehirüstünden afyon'a doğru.
topraköyle bitip tükenmez,
dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişmiyecekti.
kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.
ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık, kısacıktılar,
ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak
ve topraktı.
gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
ve kadınlar
birbirlerinden gizliyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
ve kadınlar,
bizim kadınlarımız :
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
ve on beşlik şarapnelin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
ve ayın altında kağnılar
yürüyordu akşehirüstünden afyon'a doğru.

«6 ağustos emri» verilmiştir.
birinci ve ikinci ordular, kıt'aları, kağnıları, süvari alaylarıyla
yer değiştiriyordu, yer değiştirecek.
98956 tüfek,
325 top,
5 tayyare,
2800 küsur mitralyöz,
2500 küsur kılıç
ve 186326 tane pırıl pırıl insan yüreği
ve bunun iki misli kulak, kol, ayak ve göz
kımıldanıyordu gecenin içinde.
gecenin içinde toprak.
gecenin içinde rüzgâr.
hatıralara bağlı, hatıraların dışında,
gecenin içinde :
insanlar, âletler ve hayvanlar,
demirleri, tahtaları ve etleriyle birbirine sokulup,
korkunç
ve sessiz emniyetlerini
birbirlerine sokulmakta bulup,
kocaman, yorgun ayakları,
topraklı elleriyle yürüyorlardı.
ve onların arasında
birinci ordu ikinci nakliye taburu'ndan
istanbulluşoför ahmet
ve onun kamyoneti vardı.
bir acayip mahlûktu üç numrolukamyonet :
ihtiyar,
cesur,
inatçı ve şirret.
kırılıp dağlarda kalan sol arka makası yerine
şasinin altına, dingilin üzerine
budaklı bir gürgen kütüğü sarmış olmasına rağmen
ve kalb ağrılarıyla
ve on kilometrede bir
karanlığa yaslanıp durduğu halde
ve vantilâtöründe dört kanattan ikisi noksan iken
şahsının vekarlı kudretini resmen biliyordu :
«6 ağustos emri»nde ondan ve arkadaşlarından
«... ihzar ve teşkil edilmiş bulunan
ve cem'an 300 ton kabiliyetinde kabul olunan
100 kadar serî otomobil...» diye bahsediliyordu.
ihzar ve teşkil olunanlar,
bu meyanda ahmet'in kamyoneti,
insanların, âletlerin ve kağnıların yanından geçip
afyon - ahırdağları ve imtidadınadoğru iniyorlardı.

ahmet'in kafasında uzak bir şehir ve bir şarkı vardı.
buşarkı nihaventtir
ve beyaz tenteli sandalları,
siyah mavnaları,
güneşli karpuz kabuklarıyla
bir deniz kıyısındadır şehir.

vantilâtörde adedi devir
düşüyor gibi.
arkadaşlar ileri geçtiler.
ay battı.
manzara yıldızlardan ve dağlardan ibaret.

sensüleymaniyelisin oğlum ahmet,
çınar dibinde iki mars bir oyunla yenip bücür'ü,
kalk,
sıra servilerin önünden yürü,
çeşmeyi geç,
mektep bahçesi, medreseler,
orda, harbiye nezareti'nin arka duvarında
siyah çarşaflı bir kadın
çömelip yere
darı serper güvercinlere
ve papelciler
şemsiye üstünde papaz açarlar.

motor mızıkçılık ediyor,
bizi dağ başlarında bırakacak meret.

ne diyorduk oğlum ahmet?
dökmeciler sağda kalır,
derken, uzunçarşı'ya saparken,
köşede, sol kolda seyyar kitapçı :
«hikâyei billûr köşk»,
altı cilt «tarihi cevdet»
ve «fenni tabâhat».
tabâhat, mutfaktan gelirmiş,
yani yemek pişirmek.
hani, uskumru dolmasına da bayılırım pek.
yaldızlı kuyruğundan tutup
bir salkım üzüm gibi yersin.

ilerde bir süvari kolu gidiyor,
saptılar sola.

uzunçarşı'yı dikine inersin.
sandalyacılar, tavla pulcuları, tesbihçiler.
ve sen istanbullu,
sen kendi ellerinin hünerine alışmış olduğundan
şaşarsın istanbullulara :
ne kadar ince, ne çeşitli hünerleri var, dersin.
rüstem paşa camii.
urgancılar.
urgancılarda yüz parça yelkenli gemiyi
ve hesapsız katır kervanlarını donatacak kadar
urgan, halat ve dökme tunçtan çıngıraklar satılır.
zindankapı, babacafer.
uzaktabalıkpazarı.
kuruyemişçiler.
yemiş iskelesindeyiz :
sandalları, mavnaları,
güneşli karpuz kabuklarıyla
yüzüne hasret kaldığım deniz.

sol arka lastik hava mı kaçırıyor ne?
inip
baksam...

yemiş iskelesinden dilenci vapuruna binip
eyüp'te niyet kuyusu'na gittikti.
elleri yumuk yumuk,
bacakları biraz çarpıktı ama,
yeşil zeytin tanesi gibi gözler.
kaşları da hilâl gibi çekikti.
tamkasımpaşa'ya yaklaştık, beyaz başörtüsü...

lastik hava kaçırıyor.
derdine deva bulmazsak eğer...
dur bakalım babacafer...

üçnumrolu kamyonet durdu.
karanlık.
kriko.
pompa.
eller.
küfreden ve küfrettiğine kızan elleri
lastikte ve ihtiyar tekerlekte dolaşırken
ahmet hatırladı :
bir gece nüzüllü babaannesini
sedirden sedire taşırken
kadıncağız...

lastik boydan boya patladı.
yedek?
yok.
dağlarda avaz avaz
imdat istemek?

sensüleymaniyelisin oğlum ahmet,
sana tek başına verilmiştir üç numrolukanyonet.
hem, hani bir koyun varmış,
kendi bacağından asılan bir koyun.
süleymaniyelişoför ahmet
soyun...

soyundu.
ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak
ve kırmızı kuşak,
ahmet'i postallarının üstünde çırılçıplak
bırakarak
dış lastiğin içine girdiler,
şişirdiler.

buşarkı nihaventtir.
deniz kıyısında bir şehir...
beyaz başörtüsü...

saatta elli yapıyoruz...
dayanömrümün törpüsü,
dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför ahmet'i,
dayan arslan...

hiçbir zaman
böyle merhametli bir ümitle sevmedi
hiçbir insan
hiçbir âleti...




sekizinci bap


26 ağustos gecesinde saatlar
iki otuzdan beş otuza kadar
ve
izmir rıhtımından akdeniz'e
bakan nefer



saat 2.30.

kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
ne ağaç, ne kuş sesi,
ne toprak kokusu vardır.
gündüz güneşin,
gece yıldızların altında kayalardır.
veşimdi gece olduğu için
ve dünya karanlıkta daha bizim,
daha yakın,
daha küçük kaldığı için
ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten
evimize, aşkımıza ve kendimize dair
sesler geldiği için
kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
okşayarak gülümseyen bıyığını
seyrediyordu kocatepe'den
dünyanın en yıldızlı karanlığını.
düşmanüç saatlik yerdedir
ve hıdırlık-tepesi olmasa
afyonkarahisarşehrinin ışıkları gözükecek.
kuzeydoğuda güzelim-dağları

ve dağlarda tek
tek
ateşler yanıyor.
ovadaakarçay bir pırıltı halinde
ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde
şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var :
akarçay belki bir akar su,
belki bir ırmak,
belki küçücük bir nehirdir.
akarçaydereboğazı'ndadeğirmenleri çevirip
ve kılçıksız yılan balıklarıyla
yedişehitler kayasının gölgesine girip
çıkar.
ve kocaman çiçekleri eflâtun
kırmızı
beyaz
ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki
haşhaşların arasından akar.
ve afyon önünde
altıgözler köprüsü'nün altından
gündoğuya dönerek
ve konya tren hattına rastlayıp yolda
büyükçobanlar köyü'nü solda
ve kızılkilise'yi sağda bırakıp
gider.

düşündü birdenbire kayalardaki adam
kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.
kim bilir onlar ne kadar büyük,
ne kadar uzundular?
birçoğunun adını bilmiyordu,
yalnız, yunan'danönce ve seferberlik'tenevvel
selimşahlarçiftliği'nde ırgatlık ederken manisa'da
geçerdi gediz'in sularını başı dönerek.

dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
paşalar onun arkasındaydılar.
o, saatı sordu.
paşalar : «üç,» dediler.
sarışın bir kurda benziyordu.
ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
kocatepe'den afyon ovası'na atlıyacaktı.

saat 3.30.

halimur - ayvalı hattı üzerinde
manga mevziindedir.

izmirliali onbaşı
(kendisi tornacıdır)
karanlıkta gözyordamıyla
sanki onları bir daha görmiyecekmiş gibi
baktı manga efradına birer birer :
sağda birinci nefer
sarışındı.
ikinci esmer.
üçüncü kekemeydi
fakat bölükte
yoktu onun üstüne şarkı söyliyen.
dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
beşinci, vuracaktı amcasını vuranı
tezkere alıp urfa'ya girdiği akşam.
altıncı,
inanılmıyacak kadar büyük ayaklı bir adam,
memlekette toprağını ve tek öküzünü
ihtıyar bir muhacir karısına bıraktığı için
kardeşleri onu mahkemeye verdiler
ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için
ona «deli erzurumlu» derdiler.
yedinci, mehmet oğlu osman'dı.
çanakkale'de, inönü'nde, sakarya'da yaralandı
ve gözünü kırpmadan
daha bir hayli yara alabilir,
yine de dimdik ayakta kalabilir.
sekizinci,
ibrahim,
korkmıyacaktı bu kadar
bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp
birbirine böyle vurmasalar.
veizmirli ali onbaşı biliyordu ki :
tavşan korktuğu için kaçmaz
kaçtığı için korkar.

saat 4.

ağzıkara - söğütlüderemıntıkası.
on ikinci piyade fırkası.
gözler karanlıkta, uzakta.
eller yakında, makanizmalarüzerinde.
herkes yerli yerinde.
tabur imamı
mevzideki biricik silâhsız adam :
ölülerin adamı,
kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru,
durdu boyun büküp
el kavuşturup
sabah namazına.
içi rahattır.
cennet, ebedî bir istirahattır.
ve yenilseler de, yenseler de âdâyı,
meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir
cenâbı rabbülâlemîneşühedâyı.

saat 4.45.

sandıklı civarı.
köyler.
sarkık, siyah bıyıklı süvari,
çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu.
çukurova beygiri
kuyruğunu karanlığa vuruyordu :
dizkapaklarında kan,
kantarmasında köpük...
ikinci süvari fırkası'ndan dördüncü bölük,
atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor.
geride, köylerde bir horoz öttü.
ve sarkık, siyah bıyıklı süvari
ellerinin tersiyle yüzünü örttü.
karşı dağlar ardında, düşman elinde kalan
bir başka horoz vardır :
baltaibik, sütbeyaz bir denizli horozu.
düşmanlarherhal onu çoktan kesip
çorbasını yapmışlardır...

saat beşe on var.

kırkdakka sonra şafak
sökecek.
«korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak».
tınaztepe'ye karşı kömürtepegüneyinde,
on beşinci piyade fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti
ve onların genci, uzunu,
darülmuallimin mezunu
nurettineşfak,
mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak
konuşuyor :
-bizim istiklâl marşı'nda aksıyan bir taraf var,
bilmem ki, nasıl anlatsam,
âkif, inanmış adam,
fakat onun, ben,
inandıklarının hepsine inanmıyorum.
meselâ, bakın :
«gelecektir sana vaadettiği günler hakkın.»
hayır,
gelecek günler için
gökten âyet inmedi bize.
onu biz, kendimiz
vaadettik kendimize.
birşarkı istiyorum
zaferden sonrasına dair.
«kim bilir belki yarın...»

saat beşe beş var.

dağlar aydınlanıyor.
bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
gün ağardı ağaracak.
kokusu tütmeğe başladı :
anadolu toprağı uyanıyor.
ve bu anda, kalbi bir şahangibi göklere salıp
ve pırıltılar görüp
ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
bir müthiş ve mukaddes mâcereda,
ön safta, en ön sırada,
şahlanıp ölesi geliyordu insanın.

topçu evvel mülâzımı hasan'ın
yaşı yirmi birdi.
kumral başını gökyüzüne çevirdi,
kalktı ayağa.
baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa.
şimdi bir hamlede o kadar büyük,
öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki
bütün ömrünü ve hâtırasını
ve yedi buçukluk bataryasını
ağlanacak kadar küçük buluyordu.

yüzbaşı sordu :
- saat kaç?
- beş.
- yarım saat sonra demek...

98956 tüfek
ve şoför ahmet'inüç numrolukamyonetinden
yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,
bütün âletleriyle
ve vatan uğrunda,
yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle
birinci ve ikinci ordular
baskına hazırdılar.

alaca karanlıkta, bir çınar dibinde,
beygirinin yanında duran
sarkık, siyah bıyıklı süvari
kısa çizmeleriyle atladı atına.
nurettineşfak
baktı saatına :
- beş otuz...
ve başladı topçu ateşiyle
ve fecirle birlikte büyük taarruz...

sonra.
sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.
bunlar :
karahisar güneyinde 50
ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.

sonra.
sonra, düşman ordusu kuvâyikülliyesini ihâta ettik
aslıhanlar civarında
30 ağustosa kadar.

sonra.
sonra, 30 ağustosta düşman kuvâyı külliyesi imha ve esir olundu.
esirler arasında general trikopis:
alaturka sopa yemiş bir temiz
ve sırmaları kopuk frenk uşağı...

yaralı bir düşman ölüsüne takıldı nurettineşfak'ın ayağı.
nurettin dedi ki : «teselyalıçoban mihail
nurettin dedi ki : «seni biz değil,
buraya gönderenler öldürdü seni...»

sonra.
sonra, 31 ağustos günü
ordularımız izmir'e doğru yürürken
serseri bir kurşunla vurulan
deli erzurumluydu.
devrildi.
kürek kemikleri altında toprağı duydu.
baktı yukarı,
baktı karşıya.
gözler hayretle yandılar :
önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları
her seferkinden kocamandılar.
ve bu postallar daha bir hayli zaman
üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından
seyredip güneşli gökyüzünü
ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler.
sonra...
sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden
ve deli erzurumluölürken kederinden
yüzlerini toprağa döndüler...

solda, ilerdeydi ali onbaşı.
kan içindeydi yüzü gözü.
bir süvari takımı geçti yanından dörtnala.
kaçanı kovalamıyordu yalnız
ulaşmak da istiyordu bir yerlere
ve sadece kahretmiyor
yaratıyordu da.
ve kılıçların,
nalların,
ellerin
ve gözlerin pırıltısı
ardardaçakan aydınlık bir bütündü.
ali onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü
ve şu türküyü duydu :
«dörtnala gelip uzak asya'dan
akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.

bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.

kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim...

yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...»>

sonra.
sonra, 9 eylülde izmir'egirdik
ve kayserili bir nefer
yanan şehrin kızıltısı içinden gelip
öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya,
güneyden kuzeye,
doğudan batıya,
türk halkıyla beraber
seyretti izmir rıhtımından akdeniz'i.

ve biz de burda bitirdik destanımızı.
biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap,
türk halkı bağışlasın bizi,
onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
kitabımızda yalnız onların mâcereları vardır...

İletilmemesini Umduğum Bir Mektup

$
0
0
Güzel kuzum oğlum, birtanem, hayatımın anlamı; umarım bunu hiç okumak zorunda kalmazsın.

Bugün yani 2 Ekim 2014 günü, sen  15 yaşındasın. Yeni yaşından gün almana 247 gün varmış. Pazartesi doğmuştun sabah 8de. Burcun ikizler. Askerlik yaşı 21 e yükseltilmiş Şubat 2014 tarihinde. Google bana kaç yaşında askerlik kemâline ereceğini söyleyemedi. Yok herhalde yabancıların mevzuatında kimin kaç yaşında askere gidebileceği.

Kuzum bu öğleden sonra ( gerçi ben bu yazıyı ertesi gün sabah yazıyorum) bizi, yani halkı, yani vatandaş=cumhur' u temsil etmesi gereken vekillerimiz TBMM' de bir tezkere kabul ettiler. Sen ve senin gibi gençlerin savaşa hatta Türkiye toprakları dışına yollanmasını kabul ettiler.


Seni hiç bir güç alıp savaşa yollayamaz onu geçiyorum. Kafama takılan bu noktaya nasıl geldiğimiz.

Her şey 28 Mayıs 2013 günü şehrin göbeğindeki bir kaç ağacın sökülmek istenmesiyle başladı kuzum. Gezi Direnişi başladı işte. Ülkeyi sardı bir anda. Mesele hiç bir kaç ağaç olmadı konusu gündemde kaldı uzun bir süre. Şimdi ben fark ediyorum ki mesele gerçekten bir kaç ağaç değilmiş.

Gezide ilk şiddete tepki büyüktü. Şiddet sonucu öldürülenlere de. Bugün geldiğimiz noktada aaa Mecidiyeköyde #savaşahayır mitingi varmış da o yüzden 5 Toma 2bin çevik gelmiş duyarsızlığındayız.

Paraleli falan s*ktiret, sen bu seçilmiş hükümete illegal darbe yapmayı denediler söylemi ilk ne zaman ortaya çıktı ona bak. Biz geziciler- namı diğer çapulcular idik ilk darbe yapanlar. Rüzgar nereden nasıl ters döndü bilinmez yerimizi paralellere bıraktık. Eeee evlenmek kolaydır, boşanmak kan getirir g*tünden insanın.

Biz yoksa bir darbe yapan gücü ( olmadığı halde) varmış gibi göstermek için mi kullanıldık? Çok şeyde kullanıldık o kesin; yerel seçim öncesi ortaya çıkan tapeler vs.

İlk eğitime türban serbest vs diyip gündem oluştururken bizi kaç yerimizden s*ktiler bilmiyoruz.

Çok da içime oturuyor kuzu, biz 2013 Haziranında nasıl saftık, nasıl beklenti içindeydik. Ki biliyorsun annen 12 Eylülü ağır şartlarla tanık olup yaşamak ve bundan öğrenmekle övünür. Pııffftt...

Patatesli börek var sabaha kalkınca sana.

Bana da sen gayri her şeyden yana umutsuzluk.




Uzaylılar Sizi S**ksin Bence...

$
0
0




Dünyaya gelecek kuşaklara iz bırakacak bir şey yapma hayalindeki bir dünya insanının ülkemizde yaşadıkları bu okuyacağınız. Gelecek kuşakları geç adamcağız uzaydan gelebileceklere iz gösterebilmek için ülkemizi seçmiş; ve olmuş olanlar.


Yazının aslını " Uzaylılar Sizi Ne Yapsın" başlığı ile değerli İskender Baydar kalemiyle sitesindeokuyabilirsiniz.

Projeyi yaratan kişinin sitesine ise buradan ulaşabilirsiniz.
 İsterseniz yazıdan önce bu videoyu izleyin, sonra yazıyı okuyun.



Memlekette hangi yetkiliye mikrofon uzatsan, “Bu ülkede taş üstüne taş koyan herkesi başımızın üstünde taşırız” klişesiyle başlar söze…

Gel gör ki durum pek de öyle değildir… Öyle olmadığını, bu ülke için bir, iki, üç değil; tamı tamına 11 bin ton taşı üst üste koyan bir adamın öyküsüyle anlatmak istiyorum.

Adamın ismi Andrew Rogers… Avustralya kökenli işadamı ve heykeltraş…
40 yaşından sonra işi gücü bırakıp, bir hayalin peşine takılıyor Rogers… Dünyanın farklı noktalarında, uzaydan görülebilen heykeller yapmak üzere kolları sıvıyor.

Projenin adını da“Yaşamda Uyum” koyuyor.

Listesinde; İsrail, Şili, Sri Lanka, Avustralya, Çin, İzlanda, Hindistan, Amerika Birleşik Devletleri, Kenya, Antarktika, Nepal, Namibya’nın yanı sıra Türkiye’den de Kapadokya yer alıyor.
Açık adres: Avanos-Nevşehir yolunun Göreme bölgesindeki Karadağ…

Adı gibi taştan topraktan oluşan, üzerinde ot bitmeyen, hiçbir ekonomik ve tarihi değer içermeyen bir yer burası…

Tüm dünyada “Kainata Taşlarla Fısıldayan Adam” olarak nam salan Andrew Rogers, 2007’de işe koyuluyor… Tam üç yıl uğraşıp, 250’ye yakın yöre insanıyla el ele, ‘jeoglif’ adı verilen ve devasa boyutta masif taş konstrüksiyonlardan oluşan arazi düzenleme yapıları gerçekleştiriyor.

Jeogliflerin oluşması için örülen taş duvarların uzunluğu 7 kilometre… Heykellerde kullanılan monoblok bazalt sütunların ağırlığı 30 ton… Kullanılan toplam taş miktarı ise 11 bin ton.

Heykeller mekâna uyuyor da, Türkiye’nin içinden geçtiği zamana pek uymuyor maalesef. Bu ülkenin ritmiyle bir türlü uyuşamıyor.



Parkın yapım amacının uzaylılarla iletişim kurmak olduğu iddiaları yayılıyor, sayısız komplo teorisi üretiliyor. İl Genel Meclisi’nde, AKP’li yedi encümen üyesinin verdiği teklif doğrultusunda, heykellerin yapılış amacının, neden Kapadokya’nın seçildiğinin, finansmanı kimin karşıladığının araştırılması kararı alınıyor. Araştırmadan bir şey çıkmasa da söylentiler ve kuruntular heykel parkın kaderine terk edilmesine neden oluyor.

Rogers’ın ”Yaşam şekillerini ifade etmeye çalıştığım sütunlardan oluşan heykelin bir sütunu, üzerindeki yaldız sayesinde güneşin her batışında parlayacak ve bu çevreden dikkati çekecek, gözlenebilecek” dediği parkla aynı adı taşıyan ana heykel henüz bilinmeyen bir nedenle yıkılıveriyor.

Yetkililer yıkımı hava koşullarına bağlarken, parktan rahatsız olan birilerinin yıktığı iddiaları da dilden dile dolaşıyor.

Sonuç mu?
Arazi araçlarının bile zorlanacağı bir yol dışında ulaşımı yok parkın.
Ana yoldan girişte bir tabelası yok.
Yönlendirme levhaları yok.
Bilgilendirme tabelaları yok.
Çevre düzenlemesi yok.
Buraya tur düzenleyen bir seyahat acentesi yok.
Oysa tüm dünya gezginlerinin rehberi olan TripAdvisor’da 5 üzerinden 5 yıldız almış buraya ulaşabilen nadir insanlardan…
Burası milli park ilan edilip Kapadokya’da doğanın yarattığı eşsiz güzellik peribacalarının, Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde kayalara oyulan kiliselerin, yer altı şehirlerinin ve az sayıdaki Selçuklu eserlerinin yanına eklenebilse müthiş bir çekim faktörü olabilir bölge için…

Emin olun gelenler de uzaylılar değil, cebi dolu Japon ve Amerikalı turistler olur.

Hem zaten uzaylıların geleceği varsa, parka yol yapmayarak bunu engellemek de pek mümkün değil, benden hatırlatması…

Yazıyı bitirmeden uzaylılarla iletişim kurmak için dikildiği ileri sürülen heykellerin üzerinde Türkçe ve İngilizce olarak yazanları da söyleyeyim de manzara tamamlansın:


“Gerçek… Saygı… Sessizlik… İyimserlik… Hoşgörü… İyilik… İncelik… Güzellik… Şefkat… Barış… Umut… Neşe… İnanç… Sevgi… Adalet… Hürriyet… Özgürlük… Dürüstlük…”

10 Kasım 2014

$
0
0

 1o Kasım bugün, bununla ilgili yazmak isterdim ama özel günlerle ilgili sorunumu bilen biliyor. Onun yerine bu özel güne sinir olan, yok etmeye çalışan insanlara kafa yordum ben. Cumhuriyetin ve Atatürk' ün neredeyse simgesi olan Çankaya köşkünü değersizleştirmeye yok etmeye çalışan güya halkın seçtiği kişinin ruh haline kafa yoruyorum epeydir. Ve onun para kazancı sağlamak dışında peşinde olan avanesine.


Bu toprakların insanı hep öngörülemezi gerçekleştirerek hem de kitlesel hezeyanlarla bunu yaparak tüm bilinen kuralları bozmuştur tarihte. Ben yine polyanna misali bunun gerçekleştiğine inanıyorum.
Bir şeyi yeniden yaratmak isterseniz eğer öncekini tümüyle yok etmek zorundasınızdır. Ama sanki bu toprağın insanında bu ters tepiyor, o yüzden onlar yok etmeye çalıştıkça asılan bayrak sayısı da artıyor, Anıtkabir' deki ziyaretçi sayısı da.

Haa bu bizi kurtarır mı? Hayır kurtaramaz.

Seçilmiş ama Atatürk diyemeyen Cumhurun başı ile ilgili okunmaya değer bir yazı bu. Uzun ama okursanız algınıza bir şeyler katacaktır.

Söyleşiyi yapan:

ELİF KEY elifkey@gmail.comBu linkte orjinali. 
 
Prof. Dr. İştar Gözaydın, Doğuş Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı. Yirmi beş yıldır din ve devlet ilişkileri, insan hakları, Diyanet İşleri Başkanlığı ve din özgürlüğü üzerine çalışıyor.
Gözaydın’la Diyanet’in son açıklamalarından başladık, devletin kimliklerimiz üzerindeki din hanesinde bu kadar tepinmesine, ve talep ettiği vatandaş tipine değinirken şuraya vardık: “Beşerin tahammülü sınırlıdır; toplumları nefes alamayacak hale getirmenin bedelinin ağır olacağı gerçeği tarihte tekerrür defaatle tekerrür etmiştir.”

İstanbul için yeşil alan ihtiyacı çok açık

Diyanet’in son Validebağ direnişi üzerine yaptığı açıklamadan başlayalım. Diyanet İşleri Başkanı Görmez “Bir tarafta mescit inşa etmek üzere insanlar bir tarafta da ‘ağaçlar kesilmesin’ diye gösteri yapan insanlar görüyoruz. Her şeyden önce bu bize yakışmıyor. İbadet sevgisiyle tabiat sevgisi karşı karşıya gelecek sevgiler değildir” diye açıklama yaptı. Görmez’in bu uyarısı kime? Göstericilere mi yoksa ağaçları kesip saraylar, camiiler inşa edenlere mi?
Sayın Görmez’in açıklamalarından önce Türkiye’de belirli bir süredir uygulanan sorunlu bir uygulamaya değinmek gerek. İster cami, ister hastane ya de ne olursa olsun bir kamu hizmeti için yeni bir mekan üretileceği  zaman ona ihtiyaç var mı diye bir çalışma yapmadan, bunun alt yapısı hazırlanmadan popülist ya da çıkarcı saiklerle harekete geçiliyor.
Fotoğraf: DHA
Fotoğraf: DHA

Validebağ konusuna da Sayın Görmez’in açıklamalarına bu perspektiften bakmak gerek. Çevre de ibadet de anayasal haktır ama aralarında mutlak öncelikli bir sıralama yoktur. Bu durum ihtiyaca göre belirlenir. Validebağ’da da bu noktadan yaklaşarak şu soruların cevaplanması lazım.
Bölgede ibadethaneye gerek var mı? Yakınlarda kaç adet ibadet yeri var? Yapılması planlanan ibadet yeri bir ihtiyaç ya da toplu bir talep karşılığında mı yapılmak isteniyor? Bununla beraber İstanbul gibi bir metropol için yeşil alan ihtiyacı ise çok açık. Olaya bu noktadan yaklaşınca üzülerek belirtmeliyim ki Sayın Görmez’in açıklamaları din üzerinden popülist politika üretmenin dışında bir şey değil.

Erdoğan sigaranın zararlı olduğunu düşünüyor diye insanların cebindeki sigarayı alabiliyor 

İktidar, Türkiye’nin dinle ilişkisini ne boyuta taşımak istiyor?
Mevcut iktidar açıkça Türkiye’de muhafazakâr bir toplum istiyor. Bununla beraber onlara göre bu muhafazakârlık da iktidarın gösterdiği ve söylediği tarzda bir muhafazakarlık olmak durumunda. İktidarın din ile ilişkisi de bu şekilde okunmalı. İktidar dini ve onu yaşamayı da kendi direktifleri doğrultusunda oluşturmayı istiyor. Onlara göre toplumsal yaşamda tek doğru var ve bunu onlar biliyor; yani onlar öyle düşünüyorlar.
Örneğin çok farklı bir konu ama Sayın Erdoğan’ın sigaraya bakışı da bunun bir göstergesi. Kendisi kullanmıyor, zararlı olduğunu düşünüyor diye insanların cebindeki sigarayı bizzat alma girişiminde bulunuyor. İlk bakışta vatandaşlarını düşünen bir lider görüntüsü olsa da bu özgür iradeye yapılan bir saldırıdır.
Her insan kendi bedeni üzerinde söz sahibidir ve o bedeni nasıl kullacağına o karar verir. İster din, ister kıyafet, ister başka bir konu olsun, özgür iradeye, kişisel tercihlere konumu ve mevkii ne olursa olsun karışmak ve müdahale etmek kimsenin ne hakkı ne haddi.

Devletin görevi ahlakla uğraşmak değil

Devlet toplumun ne yediğine, ne içtiğine, ahlaki işlerine bu kadar karışır mı?
Günümüzde devletin asli görevi vatandaşların temel ihtiyaçlarına cevap vermek olmalı. Bu bağlamda da ahlakla uğraşması devletin görevi değil. Ayrıca eğer günümüz Türkiye’sini konuşuyorsak, yolsuzluklarla bu denli anılan ve aklanmak için hiçbir gayret göstermeyen kadrolardan oluştuğu görülen bir yapının sunacağı ve belirleyici bir ahlak anlayışı sorunlu, traji-komik ve hepsinden de önemlisi tehlikeli sonuçlar doğurabilir.
Fotoğraf: DHA
Fotoğraf: DHA

Hükümet kendince iyi olanı hedefleyip mutlak otoriter gibi davranıyor

Erdoğan ısrarla ‘dindar bir nesil’ görmek istediğini söylüyor. Sizin bir yorumunuz var; “Liberal ekonominin hüküm sürdüğü düzende dindar nesil yetişmez.” Ekonomik sistemler dindarlıkta ne kadar belirleyici?
Yanlış hatırlamıyorsam bunu televizyonda katıldığım bir programda söyledim. Buradan kastım asla liberal ekonominin hakim olduğu sistemin dinsiz bir nesil yetiştirmesi değil. Demek istediğim şey, günümüz liberal ekonomi ve liberal demokrasiye dayalı sistemlerinde insanların mütedeyyin olup olmayacaklarına kendilerinin karar verici olması.
Eğer siz devleti yöneten kişi ya da kişiler dindar nesil istiyor diye politika belirliyorsanız, burada karşımıza özgürlük sorunu çıkar. Gelecek nesillerin ne şekilde düşüneceklerine, davranacaklarına karar vermek isteyen otoriter rejimlerdir. Üzülerek altını çizeyim, mevcut Türkiye’nin yönetimi kendince iyi olanı hedefleyerek mutlak otoriter davranışlar sergiliyor.

Anayasa kimseyi dinini açıklamaya zorlamıyor

Nüfus kağıtlarından din hanesi kaldırılmalı diyorsunuz. Niçin?
nüfus cüzdanıÖncelikle bu durum Anayasaya aykırı. Anayasa kimse dinini açıklamaya zorlanamaz diyor. Buna karşın nüfus kağıtlarında din hanesinin açıklanması doğrudan bunu ilan etmek. Ayrıca, inanç hanesi doğumdan hemen sonra doldurulunca ayrı bir sorun da doğuruyor. Kimseye siz hangi dinden olmak istiyorsunuz ya da bir dine mensup olmak istiyor musunuz diye sorulmuyor.
Diğer bir ifadeyle, devlet size doğduğunuz anda dininizi dikte ve empoze ediyor. Bunun bireyin ilerleyen dönemlerde kendi tercihine bırakılmasının daha özgürlükçü, daha sağlıklı olacağı kanısındayım.

Türkiye artık yolsuzluklar ve iş cinayetleriyle anılıyor

Bir tarafta sık sık dikte edilen bir Yeni Türkiye ve önümüze koyulan hedefler var, 2023’ler vs. Bir yanda da çöken bir Türkiye, göçük altında kalan insanlar, işçi ölümleri, adalet saraylarından adalet çıkmaması… Bu hep aynı Türkiye’ydi de şimdi başımıza mı çöküyor?
Maatteessüf yeni Türkiye artık yolsuzluklar, iş cinayetleri ve hak mahrumiyetleriyle anılıyor. Bunun böyle gitmeyeceği, gitmemesi gerektiği açık. Bu noktada tıpkı Fransız Devrimi’nin resmi söylemi olan ‘eşitlik-kardeşlik-hürriyet‘ gibi ‘eşit-özgür-zengin‘ bir Türkiye tesis edilmeli. Elbette bu sloganda kalmamalı. Devlet önünde herkesin eşit olduğu, bireysel tercihlerde sınırlamanın olmadığı ve kişisel ilişkilere, ranta dayalı bireysel kalkınmanın yaşanmadığı bir Türkiye.
DHA
DHA

Umarım ahlâkımız ve vicdanımız çökmüyordur

Neredeyse Roboski’den bu yana kalkmayan bir siyah örtünün altındayız. Çok kayıplar verdik. Ve her şeye tepki verelim derken şimdi hiçbir şeye tepki veremez olduk. Alıştık mı, ahlâkımız vicdanımız da mı çöküyor?
Umarım ahlâkımız ve vicdanımız çökmüyordur. İnsanın en önemli özelliklerinden birisi de alışmak. Bu noktada sizin de dile getirdiğiniz felaketler sonrasında bir alışma süreci yaşadığımız doğru. Bu da toplumun tepki vermesini etkiliyor ve onu kapatıyor. Ama aynı zamanda çok yakın tarihimizde Gezi gibi bir durum da mevcut. Buradan hareketle ben bu sessizlik halinin uzun sürmeyeceğini düşünüyorum.

1920 ve 30’ların Türkiyesi’yle 2000’lerinki aynı!

Devletler ihtiyaç ya da panik anlarında kanunlar çıkartır. Türkiye son günlerde ortaya saçtığı bazı muğlak, etki alanı çok geniş tasarılarla, kritik kanunlarla bize ne demeye çalışıyor?
Hukuki kuralların bir işlevi yürürlükte olacakları toplumları biçimlendirmektir; yani toplumsal mühendislik. 1920’ler 30’lar Türkiyesi’nde çok uygulandı bu. Özellikle kendini kurucu addeden siyasi seçkinlerin, yani siyasi karar alma mekanizmasında yer alanların, birer toplumsal tahayyülü vardır. Cumhuriyet Türkiyesi’ni kuranlar Batılı, çağdaş olarak nitelendirdikleri bir toplum hayal ediyorlardı.
İlginç olan 2000’ler Türkiyesi’nde iktidar olan ve özellikle erken Cumhuriyet dönemine eleştiriler yağdırmakta devam eden siyasi kadro da tıpatıp aynı yöntemi kullanıyor. Bunların da kendi ideal toplum tahayyülü mevcut; onu gerçekleştirebileceğini düşündükleri hukuki araçları üretip duruyorlar: içki kullanımından üremeyle ilgili düzenlemelere kadar.
AKP de modern tüm yapılarda olduğu gibi standart, tek tip, ama muhafazakâr, otoriter ve kendi dini inançlarıyla sentezlenen bir toplum ideali olan siyasal bir yapılanma. Bu noktada toplumu kendi istekleri doğrultusunda dönüştürmeye çalışıyor. Cumhuriyetin tevhid-i tedrisat yani eğitimin tek elden yürütülmesi düzenlemesini 4+4+4 gibi düzenlemelerle bertaraf etmeye çalışırken merak ediyorum aynı jakoben tutumu sürdürmekte olduklarının ne kadar farkındalar?

TC ‘makbul vatandaşlar’ istiyor

TC nasıl vatandaşlar olmamızı istiyor? Ne yaparsak ya da ne yapmazsak bize kızmayacak, cezalandırmayacak? Kim olursak bize yan gözle bakılmayacak?
Siyaset bilimci akademisyen Füsun Üstel’in literatüre kazandırdığı bir kavram vardır: makbul vatandaş. Her iktidarın kendi makbul vatandaş kabulü mevcut; etno-kültürel yönelimli bürokratik milliyetçilik ile sözleşmeci ulus söyleminin geçimsiz birlikteliğinin tayin ettiği bir yurttaş tipi 2000’lere dek Türkiye’deki yurttaşlık eğitiminin karakterini belirlemişti.
AKP iktidarında, milliyetçi-muhafazakâr bir görüntü çizebilen, Sünni, dini vecibelerini yerine getiriyormuş intibası uyandırabilen işadamı, erkek yurttaşlarla; zinhar gülmeyen, pek etliye sütlüye karışmayıp, aykırı fikir beyan etmeyen edepli kadın yurttaş makbul vatandaş olsa gerek.
Polisi de öyle yetkilerle donaltıldılar ki artık somut delil olmadan, ‘makul şüphe’ yetkisiyle istediği herkesi gözaltına alabilecek.
Tüm bunlar takdir yetkisini neredeyse sınırsızlaştırmaya çalışan bir çabanın ifadesi! İşine geldiğinde, işine geldiğine karşı uygulanabilecek bir hukuki alan yaratmaya çalışmak. Oysa hukukun en önemli özelliği önceden bilinirliği, açıklığıdır. Türkiye’de yargı tarihi hakimlerin neleri ‘makul’ bulabildikleri yönünde kimi talihsiz uygulamalarla dolu. Teklifle ‘somut delillere dayalı kuvvetli şüphe’ yerine ‘makul şüphe’nin yeterli sayılması haklı olarak özel hayatın korunması açısından kaygı yaratıyor.
İşin  ilginç tarafı, hukuka ‘somut delillere dayalı kuvvetli şüphe’ ifadesini bundan daha yedi ay önce, 21 Şubat 2014’te kabul edilen kanunla yine AKP hükümetinin sokmuş olması. Anlaşılan 17 ve 25 Aralık soruşturmalarının kapatılmış olması ile yedi aylık ‘somut delil’ uygulamasının sonuna gelinmekte.
DHA
DHA

İktidar kendisini güvensiz hissediyor

Jandarmayı da yeniden konumlandırdılar…
Jandarma, İçişleri Bakanlığı’na bağlanan bir birim haline geliyor. Bütün polis teşkilatını keyfi bir şekilde kontrol eden, neo-liberal politikalarla özel güvenlik birimleriyle kendine bir yan güvenlik kolu oluşturan iktidar şu anda güvenlikçi politikalarda üst sınıra doğru gitmekte ve Jandarma’yı da kendisine bağlamakta. Bu durumun hem iktidarın kendisini güvensiz hissetmesi hem de daha büyük bir güç ile olağanüstü haller yaratması ile alakalı olduğunu düşünüyorum.

Beşerin tahammülü sınırlıdır

Halka, vatandaşa sık sık parmak sallanıyor. Vatandaşına toleransı bu kadar düşük bir devlet olabilir mi? Tarih toplumlarını rencide eden devletleri nereye koydu bugüne kadar?
Beşerin tahammülü sınırlıdır; toplumları nefes alamayacak hale getirmenin bedelinin ağır olacağı gerçeği tarihte tekerrür defaatle tekerrür etmiştir. Günümüzde bunun henüz yaşanmamış olması, hiç olmayacağı anlamına gelmemeli. Eninde sonunda bu tarz bir davranışta olanlar yaptıklarının sonucunu görecektir diye düşünüyorum. Bunu şu an görmemelerinin sebebi otoriterliğin yarattığı körlük olsa gerek. Kendinizi her zaman var olacakmış gibi görmek, yarını hiç düşünmediğinizin işareti nihayet.
erdogan sigara 3
Türkiye,  ‘Ya sev ya terket’lerden ‘Ya sus ya terket’e mi savruluyor?
Doğru, şu an yaşanmakta olan bir sessizleştirme politikası. Ben bunu Gezi ve benzeri sosyal hareketlerin ortaya koyduğu hak arama taleplerinin susturulmasına ve devlet terörünün toplumsal hafızadan silinmesine yönelik bir gayret olarak okuyorum; yani devleti kontrol edenler sosyal mühendislikle psikolojik mühendisliği bir arada uygulamaya çalışıyor.

Kim Jong-il, Mübarek, Saddam ve Erdoğan…

Tarihte olağanüstü liderler var, bir de olağanüstü haller ilan eden liderler. Tayyip Erdoğan olağanüstü haller ilan etmekte ne kadar mahir bir lider?
Olağanüstü liderlerin olağanüstü yetkilerine imrenen ya da durduk yere kendilerinde olağanüstü liderlik vasfı vehmeden sıradan politikacılar, durmadan olağanüstü haller yaratmaya çalışırlar. Stalin böyle bir ‘lider’di. Kim Jong-il, Mübarek, Saddam, Franco, Salazar hep böyle isimler. Erdoğan bunların sonuncu ve iyi örneklerinden biri.
Olağanüstü liderlik özentisiyle bütün devlet yetkilerini elinde toplamaya hevesleneli beri, durmadan olağanüstü haller yaratıyor. Önce bir darbe iddiasıyla başladı, Ergenekon ve Balyoz davaları üzerinden olağanüstü bir durum yarattı.
Bu hayalin mumu sönmeye başladığında, Gezi protestoları hakkındaki çoğu mesnetsiz iddialarla yeni bir darbe ve lobi kurgusu oluşturup altı ay kadar sürdürdü. Hemen sonra ‘Paralel Yapı‘ fantezisine geçti. Son olarak da Suriye ile ucuz bir savaş hayaline kapıldı. Ancak bu savaşın sanıldığı kadar ucuz olmayacağı ortaya çıktığında kendisini frenlemeyi başaramadı.

Erdoğan’ın ‘olağanüstü lider’ fantezisinin bedeli çok ağır olabilir

Bu bir bağımlılık hali sanki değil mi?
Elbette, sürekli olağanüstü hallerle yaşamaya alışmak bir bağımlılık türüdür; insanın gerçeklik algısını bozar, hayalleri gerçek sanmasına yol açar. O zaman olmadık, gerçekten olağanüstü riskler alınır, bir kişinin olağanüstü liderlik vehmi uğruna gerçekten sonu olmayan bir savaşa bile girilebilir.
Şu anda gelinen yer, bir olağanüstü liderimiz olsun diye yaratılan suni bir olağanüstü hal. Hepimiz sırf Erdoğan olağanüstü-seçilmiş-kurucu bir lider olsun diye, kaosun, karmaşanın ve olağanüstü ilginç zamanlar yaşamak durumunda bırakılıyoruz.
Oysa tarihte olan hep bunun tersidir. Liderler olağanüstü hal yaratmaz, olağanüstü haller olağanüstü lideri yaratır. Gerisi sıradan politikacının fantezisinden ibarettir; ama bu fantezinin bedeli bazen tüm bir ülke için çok ağır olabilir.

Davutoğlu: Katı doğruları ve şişkin egoları var

Davutoğlu’na gelelim. Sizce nasıl bir başbakan? Kendi akademik kişiliğini, dış işlerinden gelen tecrübesini ve bu kişiliğini siyasete nasıl yansıtıyor?
Davutoğlu öncelikle bir akademisyen. Akademik kurguların reel siyasette nasıl hayal kırıklığı yaratabileceğini, Türkiye’nin son dönemlerdeki Ortadoğu politikasında yaşanan çuvallamalarla gördük. Kendi katı doğruları ve idealleri de olan bir kişi olarak görüyorum sayın Davutoğlu’nu. Oysa politikacılık daha esneklik gerektiren bir alan. Ayrıca malum, akademisyenliğin meslek hastalığı genellikle şişkin egolardır; bütün bunlar birleşince ortaya zor bir tablo çıkıyor kanımca.
Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

IŞİD ile AKP rejimi arasındaki fark ilke ve hedefler değil, yöntem!

Davutoğlu’nun yazılarında sık sık kullandığı ‘lebensraum’ söylemi size neyi çağrıştırıyor?
Daha önce ben dâhil birçok başka yazar Davutoğlu’nun yazılarında kullandığı lebensraum yani ‘yaşam alanı’ gibi kavramların Nazi söylemiyle akrabalığına işaret etmiştik. Şimdi bu kavramların ima ettiği yayılmacı politikaların fiiliyat da kazanmasına tanık oluyoruz. Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi siyaset literatürüne mal olmuş bir kavram.
Öyle görünüyor ki, AKP ve başbakanın da bir Büyük Ortadoğu Projesi var: Evrensel hukuk ve insan hakları değil, Sünni İslam temelinde kurulmuş büyük bir Ortadoğu Konfederasyonu. İnsanın söylemeye bile dili varmıyor ama IŞİD ile AKP rejimi arasındaki fark ilke ve hedefler değil, oraya varmak için kullanılacak yöntemler düzeyindeymiş gibi görünüyor.
Esas mesele böyle bir düzenlemenin siyasal kültürü problemli olan bir yapıda, muhalif olan herkesi yıldırmak için kullanılacak olmasıdır. Daha da önemlisi bu maddenin Batı’yla benzetme yapılarak iktidar tarafından meşrulaştırılıyor olması. Bu yine iktidarın devlet yönetme konusunda otoriterleşen anlayışının bir başka göstergesi.

"Hükümeti Yıkmaya Teşebbüs" Eden Densizler

$
0
0


Bir seneden daha öncesinin intikamı bu. Kim demiş herkesin cumbabası diye. Kurabiye tayyip sloganını kan çıkarmadan, birilerinin ocağını söndürmeden unutmayacak cumbaba. Az kaldı yaklaşık 4-5 saat kadar. Direnişte olanlar bilir sanırım; en umudunuz kırıldığında ortaya çıkıp ta umut verirlerdi.

Unutmayın:
sık bakalım sık bakalım biber gazı sık bakalım.
kaskını çıkar copunu bırak delikanlı kim bakalım.

çArşı her zaman her duyuya dokunur, edep-adap-edebiyat bilirler. Hiç ummadığınız bir yerde bir slogan veya bir türküyle ağlatırlar. Bu sabah ( 16. 12.2014 ) terör örgütü suçlamasıyla yargılanacaklar ilk duruşmalarında. Oradayız...

Gelmeseniz bile bunu okuyun ve empati kurun,yayın. Onlar genç kızlığımızda okuduğumuz pembe romanlardaki şövalyeler; günümüz gençliği onlari Rohirrim diye biliyor. Onlar semtin göözüpek delikanlıları.

ALINTI Cem Yakışkan.


Aklımızın alamayacağı kadar hileyle, aldatmacayla, haksız ve zalimce bir tarih yazılmakta.  Kimimiz insanlığa dair ne varsa inancını yitirdiğinden suskun, kimiyse safını inkara sığınarak, teslimiyet ve boyun eğmekten yana, kimi ise hala İSYANDA!
70’lerden bu yana, Denizlerin, Mahirlerin isimlerinin yüksek sesle söylendiğinde bile suç sayılabileceğini sanan evlerden… tarihin tekerrürden ibaret olduğunu bire bir örnekleri BİZLER! Ellerinden gelse idam cezasını bugün uygulayabilmek isteyenleri, mecburiyetinden müebbete çevirdikleri günlere geldik. Hiçbir şey değişmedi vicdanla vicdansızlığın safında. Uyuşturucu baronları, emlak simsarları, silah tüccarları, hırsız ve tecavüzcüler, kadın tacirleri ve katiller!!! Katle ferman verenler!!! Padişahım çok yaşa!!! Diye bağıran, alkış tutan üç beş gazeteci müsveddesinden… Vatandaşı olmadığı bir ülkenin paralarını çaldığı halde hırsız!!! denildiğinde, o ülkenin evlatlarını adamlarına dövdürenlerden… Ayakkabı kutularından hafif 16 kilo kalan BERKİN’İMİZİN anasını meydanlarda yuhalatabilen zihniyetten… Dövülerek öldürülen oğlunun kasedini tekrar tekrar bir anneye izlettiren sisteminizden! Saraylardan daha büyük bir evi olduğundan halkı açken israfı hak bilenlerden! Soma’da ambulansı bile kirletebileceğini düşündüren adaletsizlikten; sizin gözünüzde idamlıksam, NE MUTLU BANA!
Siyah Beyaz dünyam ve halkımıza;
Bizler hiçbir siyasi partinin veya paralel her neyse?! Egemenliğini tanımayacak kadar asi ruhlu semt çocuklarıydık, düşeni kaldırdık! Bütün suçumuz bu! Beni veya benim gibi düşünenleri tribünlere siyaset karıştırmakla suçlayanlar, gün gelecek bu duruşumuzun haklılığını, yürek sesinden öteye gitmediğini ve bir gün onların da ihtiyacı olabileceğini nlayacaklar!
Elbette ki bunlara sevinenler de olacak aranızda… Alışılagelmiş mücadelelerde her zaman olduğu gibi, kin ve nefretle beslenenlerden hiçbir beklentimiz yok! Bilakis bu gibi süreçlerde kimin ne olduğunu anlamamızı sağlayan dost görünümlü çakallara da teşekkürlerimi borç bilirim. Bütün bu zaman zarfında zor günlerimizi fırsata çevirenlere elbet bir gün bir yerlerde, yüz yüze gelmek ümidiyle…
Tüm dostlarıma, kardeşlerime;
Kardeşlerim; yüreğinizin sesi seslerin en mert olanıdır. Tek kişi kalsanız da o sesi dinlemekten vazgeçmeyin. Unutmayın ki futbol sadece futbol değildir bizim için… Futbol BEŞİKTAŞ’tır, BEŞİKTAŞ ise hayat!
Dostlarıma ve aileme;
Beni zor günlerimde yalnız bırakmayan, çoğu kez erkeklerden daha dik duran bacılarıma, ablalarıma ve annelerimize;
Her zaman uzakta da olsa, gerçekte, kalben bizleri bağrına basan, unutmayan ve tüm taraftarlara ve halkımıza;
“Dost kötü günlerde belli olur!” sözünü hak eden bütün abi, kardeş ve gökyüzünde sonsuzluğa uçan tüm KARTALLAR’A;
SELAM OLSUN!!! Hakkım varsa da HELAL!!!
Ben ve benim gibi çocuklar uyurken susana! Ölürken isyan edene… Bunun için bedel ödenecekse ödeyebilene… Bu toprakları ve halkını çok sevene… İnsana yatırımı farz bilene, onlar güçlüyse biz haklıyız, halkız, diyene… Ihlamurlu yoldan, selam olsun!

Bizi Ne Mutlu Eder?

$
0
0

Alıntıdır. Orjinal ( bilemem ne kadar legit) şu adrestedir.  Ben paylaşmak istedim. Bence orjinali burada


1938 yılında, 268 adet fiziksel ve zihinsel olarak gayet sağlıklı Harvard Üniversitesi lisans öğrencisi erkek denek seçilir ve dünyanın en uzun deneyi başlar. Harvard’lı araştırmacılar bu deneyin adını “The Grant Study” koyarlar.
1940-45 yılları arası bu deneye paralel giden “The Gluek Study” adlı bir deney için de toplam 456 denek daha çalışmaya dahil edilir. İkinci guruptaki 456 denek, Harvard’lı akranlarına göre daha şanssız, Boston’ın genellikle gelir seviyesi düşük mahallelerinden seçilmiş erkeklerden oluşmaktadır.

Bütün hikaye 1938 yılında Harvard Üniversitesi’nde başlar

Old_Harvard_Rugby_Team_Photo-The Grant Study
Toplamda 724 denek 1938’de başlayıp günümüze kadar devam edecek, uzun soluklu bir araştırmanın başrol oyuncuları olmuşlardır.

Hiç bitmeyen testler ve gözlem altında geçen 75 yıl

Spinning-bike-the grant study
Denekler psikolojik, antropolojik ve fiziksel özellikler gibi birçok alanda düzenli olarak test ve gözlem altında tutulurlar. Düzenli IQ testlerden aile ilişkileri hakkında detaylı sorulara kadar, 724 erkek denek hayatları boyunca gönüllü birer denek olarak yaşamaya devam ederler.

Peki dünyanın en uzun deneyinin cevabını aradığı bu soru ne olabilir?

Happiness-is-the grant study
Harvard’lı bilimadamları 75 yıl boyunca tek bir sorunun cevabını almak için bu deneyi yaparlar. Bu soru “Mutluluğun Formülü Nedir?” sorusudur.

Deneyin sonucunu açıklamadan önce deneklerden önemli bir isimden bahsetmek gerekli; bu isim 35. ABD Başkanı John F. Kennedy

JOHN-the grant study
John F. Kennedy, henüz Harvard’da genç bir öğrenci iken bu deneye gönüllü katılan deneklerden en önemli isim. 724 denek arasından 4 ABD senatörü ve birçok önemli isim çıksa da, bu deneyi daha ilgi çekici hale getiren hiç kuşkusuz ki 1961 yılında bir suikaste kurban giden, 35. ABD Başkanı John F. Kennedy’dir.

Gelelim 75 yıl süren ve “Mutlu Bir Yaşamın Sırrını” arayan bu deneyin sonuçlarına

exam-the grant study
“The Grant Study” deneyini 35 yıldan fazla süre yöneten George Vaillant, 2012 yılında bu deneyin sonuçlarını paylaştığı Triumphs of Experience: The Men of the Harvard Grant Study adlı bir kitap yayınlar.
Bu kitapta, “The Grant Study” deneyinin sonuçları 5 ana kategoride toplanmıştır. İşte bu 5 kategorideki sonuçlar şu şekildedir:

Sonuç 1: Alkolizm insan hayatında çok önemli derecede tahrip edici bir rol oynar

denial-the grant study
  • Alkolizm, deneklerin boşanmalarındaki en büyük sebep olmuştur.
  • Alkolizm, deneklerin sinir hastalıkları ve depresyon şikayetlerinin ana sebeplerinden biridir.
  • Sigara kullanımı ile birlikte erken yaştaki hastalıkların ve ölümün ana sebebidir.

Sonuç 2: Finansal başarı, insan ilişkilerinin samimiyeti ile doğru orantılıdır, belli bir noktanın üstünde akıl veya zeka ile ilgili değildir

falling dollars
  • Yapılan ölçümlerde, insan ilişkileri daha iyi olan denekler, bütün deneklerin gelir ortalamasına göre yılda $141,000 daha fazla para kazandılar (genellikle gelirlerinin en yüksek olduğu 55-60 yaşları arası).
  • IQ’ları 110-115 aralığında olan erkeklerle, IQ’ları 150 üstü olan denekler arasında yaşam boyu kazanılan gelirlerde önemli bir fark görülmedi.

Sonuç 3: Politik görüş cinsellikle direk ilgilidir, yaşlanan liberaller çok daha fazla seks yapıyorlar

Hellenic_Parliament-MPs_swearing_in-the grant sutdy
  • Denekler arasında muhafazakar olanlar ortalama 68 yaşında seks yapmayı bıraktılar.
  • Liberal olanlar ise 80’lerine kadar aktif seks hayatına devam ettiler.

Sonuç 4: Deneklerin çocukluk çağında anneleri ile olan iyi ilişkisi, yetişkinliklerinde çok büyük etkiler bıraktı

mom-and-baby-the grant study
  • Çocukluk çağında anneleri ile sıcak ilişkileri olan denekler yaşamları boyunca anneleri ile sıcak ilişkileri olmayan deneklere göre yılda ortalama $87,000 daha fazla kazandılar.
  • Anneleri ile iyi ilişkileri olmayan denekler yaşlanınca daha çok bunama ile karşı karşıya kaldılar.
  • Deneklerin anneleri ile gençlik yıllarındaki ilişkileri, ilerleyen profesyonel yaşamlarında babaları ile ilişkilerinden çok daha fazla işlerine etki etti.
  • Denekler 75 yaşına geldiklerinde, çocukluk yıllarındaki anne ile sıcak ilişkilerinin “hayattan memnuniyet/tatmin” duygusuna belirgin bir etkisi olmadığı gözlendi.

Sonuç 5: Çocukluk çağında babaları ile iyi ilişkisi olan denekler:

fatherson-the grant study
  • Hayatta daha az korku ve kaygı yaşadılar.
  • Tatillerden çok daha fazla zevk aldılar.
  • 75 yaşlarına geldiklerinde “hayattan memnuniyet/tatmin” oranları daha yüksekti.

Ana Sonuç: “Hayattan memnuniyet” ve mutluluk duygularını oluşturan en önemli etkenin hayat boyunca yaşanan iyi ilişkiler olduğu gözlemlendi

man_celebrating_beach-the grant study
Araştırmayı yürüten Valliant, 75 yıl süren ve hâlâ devam eden “The Grant Study” deneyinin sonucunu, yani “Mutlu Bir Yaşamın Sırrı Nedir?” sorusunun cevabını şu şekilde özetledi:
“Happiness is love. Full stop.” yani “Mutluluk aşktır. Nokta.”

Bonus: Üstad Cemal Süreya‘dan gelsin

hayat kisa kuslar ucuyor cemal sureya the grant study-2
“Hayat kısa, kuşlar uçuyor…”

Çok Boktan Bir Yıldı, Yaratılmasını Sağladığınız İçin Teşekkürler

$
0
0

Hani facebookda paylaşıp duruyorsunuz ya, hah aslında 2014 böyle bir yıldı. 2013 de olanları, ölenleri, vahşeti-şiddeti, adaletsizliği yazmıyorum bile. Özet olarak geçelim. Elden geldiğince kronolojik yazmaya çalıştım ve mutlaka unuttuklarım da vardır.

2013:

Gezi Parkı Direnişi Sırasında Hayatını Kaybedenler
(1) Mehmet Ayvalıtaş, 20, İstanbul, 2 Haziran 2013, Gezi Parkı’na destek için otoyol kapatıldığı sırada üzerine süren aracın çarpması sonucu öldü.
(2) Abdullah Cömert, 22, Antakya, 3 Haziran 2013, eylem sırasında başına aldığı darbe sonucu öldü.
(3) Mustafa Sarı, 27, Adana, 5 Haziran 2o13, polis komiseriydi, eyleme müdahale ederken tedbir alınmamış bir alt geçit inşaatından geçerken düşerek hayatını kaybetti.
(4) İrfan Tuna, 47, Ankara, 6 Haziran 2013, kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Gezi direnişine karşı polisin kullandığı aşırı miktardaki biber gazından etkilendiği düşünülüyor.
(5) Selim Önder, 88, İstanbul/İzmir. Taksim civarından geçerken yoğun gaza maruz kaldıktan sonra İzmir’e döndü, birkaç gün sonra hayatını kaybetti. Yakınları gazın kalp yetmezliğini tetiklediğini düşünüyor.
(6) Ethem Sarısülük, 26, Ankara, 12 Haziran 2013. 1 Haziran’da eylem sırasında polis tarafından başından vurularak ağır yaralandı. 12 Haziran’da beyin ölümü gerçekleşti.
(7) Zeynep Eryaşar, 50, İstanbul, 15 Haziran 2013. Avcılar’da yapılan protesto gösterisi sırasında polisin aşırı miktarda gözyaşartıcı gaz kullanmasının ardından kalp krizi geçirdi.
(8) Medeni Yıldırım, 18, Lice, 28 Haziran 2013. Kayacık Köyü’ndeki karakolun yenilenip kalekol yapılmasını protesto eden insanların üstüne askerler tarafından açılan ateşle öldürüldü.
(9) Ali İsmail Korkmaz, 19, Eskişehir, 10 Temmuz 2013. Gösterilerin ilk günlerinde sivil giyimli saldırganlar tarafından feci şekilde dövüldü, başına aldığı darbenin etkisiyle beyin kanaması geçirirken Yunus Emre Devlet Hastanesi’nde görevli doktorlar tarafından önce polise ifade vermeye gönderildi. 20 saat geciken müdahalenin ardından 1 ay yoğun bakımda kaldıktan sonra hayatını kaybetti.
(10) Ahmet Atakan, 22, Antakya. Ankara’da ODTÜ ve Tuzluçayır’daki protestolara destek vermek için Antakya, Armutlu’da yapılan eylemde polis tarafından kafasından gaz fişeğiyle vurulup, çatıdan düşerek öldü.
(11) Serdar Kadakal, 37, İstanbul. Yaşadığı ve çalıştığı Kadıköy’de emniyet güçleri tarafından yoğun ve yaygın şekilde bibergazı kullanımının ardından kalp krizi geçirerek öldü.
(12) Berkin Elvan, 15, İstanbul. 15-16 haziran gecesi, Okmeydanı’ndaki evinden ekmek almak için çıktı, polisin gaz fişeğiyle başından vuruldu. 269 gün komada kaldı, 15. yaşına komada girdi.

Çapulcular, kemirgenler, o kışla yapılacak, 17-25 Aralık yolsuzluk değil darbedir darbe, dönemin başbakanı bile dediler, bu milletin a..na koyacağız, anlamadım babacım, meydanlarda yuhalatılan bir çocuğun annesi ve daha bir çok şey.

2014:


Yılbaşını da kutladınız, engelleyemedik kutlamanızı, alın size zamlar diyerek yeni yıla bismillah dedik.

Van' ın Gürpınar ilçesinde rahatsızlanan üç yaşındaki Muharrem'in ailesi sağlık görevlilerinin gelmesini saatlerce bekledi. Gecenin sonunda babası Muharrem'in cansız bedenini çuvala koyup sırtında taşıdı.

Halk bankası müdürü tahliye edildi.

Türksat 4A uydusu fırlatılırken yapılan törende ODTÜlü öğrencilerin protestosuna BB bunlar mı yetiştirdiğiniz öğrenciler dedi. Ama ODTÜ dünya çapındaki iyi üniversiteler arasında 3cü sıraya yerleşti.

Başbakan Erdoğan ile oğlu Bilal Erdoğan arasında 17 Aralık günü yapıldığı iddia edilen telefon görüşmelerinin ses kaydı internet sitelerinde yayıldı. Başbakan "Bu saldırı Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'na yapılan alçakça bir saldırıdır" dedi. 

Twitter kapatıldı.

Cemaat-AKP savaşı sürecinde dersanelerin kapatılma kararı çıktı.

Ergenekon' da ilk tahliye İlker Başbuğ ile geldi.

Malezya havayolları uçağı kayboldu, halâ bulunamadı.

BERKİN ELVAN öldü, cenaze törenine katılan milyonlarca kişi en ufak bir taşkınlık göstermedikleri halde cenazenin bitimi beklenerek acımasızca gazlandı.

Yenikapı miting alanında BB ilk mitingi düzenledi ve Taksim miting alanı olmaktan çıkartıldı.

Youtube kapatıldı.  

Türkiye'nin Suriye planını masaya yatırdığı gizli siyasi görüşmenin ses kayıtları internete sızdı. Mit elemanı gerekirse kendi toprağımıza 3-5 füze atmaktan bahsediyordu. İçişleri Bakanlığı : "Bunu yapan ihanet şebekeleri devletimizin ve milletimizin düşmanlarıdır." dedi.

Üniversitelerin mezuniyet törenlerine yine orantısız zeka damgasını vurdu pankartlarla. 

Genel seçimler yapıldı, oylar çalındı, hile yapıldı, ama balkon konuşması yapıldı.

Ankara Melih Gökçek' i çok sevdiğinden olsa gerek yine onu seçti.

Gabriel Garcia Marquez öldü.

Kars' ta 9 yaşındaki Mert Aydın pedofili kurbanı oldı, ölüsü bulundu.

Evinden kaybolan Pamir bebek için 30 saati aşkın süren vatandaşın da katıldığı arama çalışması sonucu ölüsü bulundu. Sonradan savcı annesi hakkında ( babası değil) ihmalle ölüme sebebiyet vermekten dava açtı.

Soma' da açıklanan 301 işci,rivayete göre çok daha fazla işçi madende öldü. Bakan 2 gündür aynı gömleği giyiyorum dedi. BB basın toplantısında bakınız 1800lerde diyerek maden kazalarına örnek verdi. Müsteşarı mı ne yakınını kaybedeni tekmeledi, BB "israil dölü" diyerek başka bir vatandaşı tokatladı. Kurtarılan işçi ambulansı kirletmemek için ayakkabılarını çıkartmak istedi.

Okmeydanında cemevine cenaze için gelmiş olan Uğur Kurt polis ateşiyle öldü, aynı gece Burak isimli bir genç daha farklı görüştekilerin ateşiyle öldü. BB meydanlarda Burak için konuşurken Uğur' un adını bile anmadı.

BB,CB seçildi, yeni Türkiye lafı ilk defa kullanıldı. Başkanlık sistemi tartışmaları alevlendi, Davutoğlu BB atandı. CB teslim töreninde görevli atlar azıcık sorun çıkardı. Atlar sevmiyor arkadaşı.

Süleyman Seba' yı kaybettik.

Mutlu valimiz Hüseyin Avni Mutlu merkeze alındı.

Karaman Ermenek' te 18 işçi madende boğuldu. Madenlerdeki şartların iyileştirilmesi için meclise yollanan torba yasada yaşam odasına hayır diyen AKP milletvekilleri yüzsüzlükle yine ortaya çıktı. Oğlunu kaybeden ayakkabısı delik babaya plastik ayakkabı hediye edildi.
Annenin "oğlum yüzme bilmezdi, suyun içinde ne yaptı" sözleri yürek parçaladı.

12 Eylül darbecileri yargılandı, Evren ve Şahinkaya müebbet hapis cezası aldı.

Katil Ahmet Şahbaz 7 yıl 9 ay 10 gün ceza aldı. (ama daha erken salınacak.)

Adana' da MİT' e ait olduğu açıklanan tırlar durduruldu. Savcılık ile MİT arasında bir krize neden olan tırlarda silah ve mühimmat olduğu iddia edildi, fakat tırlarda arama yaptırılmadı.

Türkiye' nin Musul başkonsolosluğu' nu IŞİD militanları kuşattı ve 49 başkonsolosluk çalışanı rehin alındı. Baskın hakkında yayın yasağı getirildi. Seçim öncesi "kurtarılan" rehineler hakkında BB "rehinelere karşılık ışid militanları takas edildi" iddiasına 'velev ki bir takas yapıldı, ben vatandaşlarımın kurtarılmasına bakarım" diye cevap verdi.

Bonzai yaygınlaştı, bir dolu insan öldü, uyuşturucu ilk okullara girdi.

Mezuniyet töreninde gezi olaylarına değinen Işıtan Önder' in okul birinciliği elinden alındı.

TUİK aralık ayı verilerine göre genç işsizlerin sayısı, son 4 aylık dönemde yüzde 3,4 arttı.(ağustos verilerine göre genç işsiz sayısı 2 milyon 944 bin kişi. 4 ayda 350 bin kişi eklendi.)

Kadının hamileyken sokağa çıkması, kürtajı, doğum yöntemi, iş gücüne katılımı, giyim kuşamı gibi konular yine erkekler tarafından tartışıldı ve karara bağlandı.

Torunlar inşaat'a ait binada 32. kattan düşen asansör nedeniyle 10 işçi öldü. İşin fıtratında olduğu gerekçesiyle inşaat cezasız ve tedbirsiz devam ediyor.

Yırca köyünde yapılması planlanan termik santral inşaatına Danıştayın yürütme durdurma kararı vermesinden önceki gece jandarma seyrederken özel güvenlikler ağaçlarını bekleyen köylülere saldırdı ve 6000 zeytin ağacını kesti, intikam gibi yani.

AKPli Üsküdar belediye başkanı biz 2 yılda 6 milyon ağaç diktik dedi. Böylece BBnın 3.5 milyon açıklamasını bir anda ikiye katladı. Sorun bir kaç tropik orman oluşturmaya yetecek sayıda olan bu ağaçları hiç kimse henüz görmedi.

Makul şüphe diye bir kavram hayatımıza girdi.Makul şüphe ile insanların tutuklanmasının, mal varlıklarına el konmasının yolu meşrulaştırıldı.

Polisin yetkileri güya vatandaşın özgürlüğünü korumak adına arttırıldı.

Şevket Demirkaya şehir tiyatroları genel müdürlüğüne atandı. (gerçek mesleği: güreş hakemliği)

TUBİTAK' ın müdür yardımcılığına hayvanat bahçesi müdürü atandı.

Üçüncü köprü inşaatı bu milletin a..koyacaz diyen iş adamının şirketi tarafından başlatıldı, kuzey ormanları yok edildi, boğazda yüzen domuzlar için domuz domuzluğunu yapmış dendi.

Bölgede hali hazırda 26 cami olmasına karşın, AKP' li Üsküdar belediyesi "halkın istekleri" doğrultusunda yeni bir cami yapmak için, anadolu yakasının nadir yeşil alanlarından biri olan Validebağ korusu'nu kesmeye kalktı. Geceler boyu halk ağaçlar kesilmesin diye nöbet tuttu. O sırada, CHP Yalova belediyesi, içinde asırlık çınarların da bulunduğu 180 ağacı bir çırpıda kesti.

Polis yerleştirdi denen paralar faiziyle birlikte Rezaya iade edildi.

Tapeler montajdı, sonra montaj olmadığı açıklandı. Sonuçta kafamız karıştı hepimiz başlarım tapesine diyecek kıvama geldik.

Diyanet cuma hutbelerini siyasi gücün ihtiyacına göre yazmaya başladı.

Atama bekleyen öğretmenlerin sayısı arttı, onlara atama bekleyen veterinerler, arkeologlar falan da katıldı. CB idi sanırım bir konuşmasında cemaatin KPSS sorularını çaldığını söyledi, ama o sırada devletin ne yaptığına hiç değinmedi.

Bilim ve teknoloji bakanı Fikri Işık: "bunlar ufak tefek hırsızlıklar" diyerek yolsuzluğu meşrulaştırmak istedi.

700 bin liralık saati kimin aldığı, kime hediye ettiği, parasını kimin ödediği çok karışık bir konu haline geldi.

Seçim sırasında trafoya giren kediler ve paraleller her olayın sorumlusu ilan edilir hale geldi.

"Olmazsa bir füze atar, savaş çıkartırız" dendi.

AKSARAY yapıldı, maliyet rakamları çok tartışıldı, her kafadan ayrı rakam açıklandı ( sonuçta bu gariban milletin yine kafası karıştı, başlarım sarayınıza dedi), 1000 TL lik altın varaklı bardaklar, 5000 dolarlık klozetler, aylık 700 bin liralık elektrik faturası tartışıldı. CB bu saray itibardır dedi.

BB danışmanlarından Etyen Mahçupyan'ın, CNNTÜRKte katıldığı programda yolsuzluk iddialarının 'tamamen palavra olmadığını' söyledi.

Reza Zarrab'ın İranlı kuryesi Muhammed Sadık da meclis yolsuzlukları araştırma komisyonu’na verdiği ifadesinde ankara’ya para taşıdığını doğruladı.

Eski bakan Egemen Bağış TBMM yolsuzlukları soruşturma komisyonu'na verdiği ifadesinde, Zarrab'ın gönderdiği kutuları kabul ettiğini  kabul etti "hediyeleşmek türk geleneğinde var" dedi.

Şehircilik bakanı Erdoğan Bayraktar, BBın ‘istifa et’ baskısına karşı NTV’ de canlı yayına bağlandı ve “imarlık plan ve projelerinin yönlendirme görevini başbakan erdoğan’ın emriyle yaptım. bundan ötürüdür ki, milletvekilliğimden ve bakanlığımdan istifa ettiğimi ilan ediyorum. BB’ ın bu vatanı ve milleti rahatlatması için istifa etmesi gerektiğini düşünüyorum.” dedi.

Zafer Çağlayan'ın 28 kez ve toplamda 52 milyon dolar, muammer güler'in 10 kez ve toplamda 10 milyon dolar, egemen bağış'ın ise 3 kez ve toplamda 1,5 milyon dolar rüşvet aldığı iddia edildi.

İçişleri bakanı Muammer Güler’ in oğlunun evinde 1,2 milyon tl ile 7 para kasası ve bir adet para sayma makinası kayda alındı.

Maliye bakanı Mehmet Şimşek hükümetin dev bir özelleştirme hamlesine daha hazırlandığını açıkladı ve özelleştirilecek alanları açıkladı: elektrik üretim santralları, otoyol ve köprüler, bazı limanlar, erzurum kış olimpiyatları tesisleri, geliri halkbank’a aktarılmak üzere halk sigorta ile halk emeklilik, tpao’nun halka arzı, haydarpaşa garı, spor toto... 2014 yılının özelleştirme hedefi 7 milyar dolar olarak açıklanmıştı ama şimşek’in ifadesine göre, planlanan bu özelleştirmelerin tümünün gerçekleşmesi ile hedef hayli aşıldı. (1986-2014 yılları arasında yaklaşık 70 milyar dolar özelleştirme gerçekleşti; bunun 62 milyar doları, 2003-2014 yılları arasında yapıldı.)

Eskiden TİB başkanı’nın iki dudağının arasında olan web sitelerinin erişime kapatılması mevzusunu başbakanın emrine amade kılacak olan internet yasası gündeme geldi.

HSYK, Danıştay, Yargıtay atamaları yapıldı, görünürdeki hukuk sisteminin içine edildi, vatandaşa inşallah hala vicdanlı hakim ve savcılar kalmıştır diye dua etmek kaldı.

Eğitim sistemi zrilyonuncu defa elden geçirildi, okuyan çocuklar bile ne okuduğunu anlamaz hale geldi.

Ana sınıfına zorunlu din dersi kondu. Atatürkçülük ve Inkilapları ders kitaplarının güncel bir şekilde yeniden yazılması kararı alındı. Kuran ve Osmanlıca derslerinin liselerde zorunlu olması tartışıldı ama sözel lise ve imam hatiplerde zorunlu olmasına karar verildi. Eğitim şurasınıın eğitimi iyileştirmekten başka amacı olduğu kanıtlandı.

Hakkında CB a hakaret davası açılmamış, protestolarda göz altına alınmamış kişilerin sayısı gittikçe azaldığı için devlet yılanın başını erken ezelim düşüncesiyle 16 yaşındaki bir çocuğu hukuksuz olarak hakaret suçuyla tutukladı, hapse attı, 2 gün orada tuttu.

John Oliver aksarayı itin götüne soktu.


Basına çok şey yapıldı, yandaşı yandaş olmayanı, paraleli cemaati hepsi birbirine karıştı.

2 sene önce Türkçe diline laf etmek ırkçılıktır diyenler bugün Türkçe ile felsefe yapılamaz deyip Osmanlıcayı yüceltmeye çalıştı.

Her gün yeni bir gündem değiştirme çabası yaşandı ama bu millet ( pardon milletin % 50 si ) artık bu işe şerbetlendi .

Bilalin salaklığından olsa gerek onun gibi çocuklar yaratılmasından korkan kişi doğum kontrol yöntemine savaş açtı ama bunu katıldığı bir nikah töreninde dile getirdi. Aradaki çelişkiyi kendi görmediği gibi danışmanları da görmedi.

Bülentcim ağlamaya, Abdullahcım hayret etmeye devam etti.


Aklıma gelenler bu kadar. Nasıl, memnun musun bunların bir parçası olduğuna? Bence olmalısın, çünkü tüm bunların yaşanmasında sesini çıkarmayan, düşünmeyen, tepki vermeyen senin de katkın oldu!



Viewing all 28 articles
Browse latest View live